İMAN VE TAKVA - Eskişehir Haber

İMAN VE TAKVA

İMAN VE TAKVA
Yayınlama: 28 Mart 2013 Perşembe - 6.545
A+
A-

 

Yüce Allah (c.c.): “Ben insanları ve cinleri ancak beni tanıyıp bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat: 56) buyurur. Tanıyıp kulluk etmek; boyun eğmek ve itaat etmektir. Yani kişinin kendi küçüklüğünü kabul etmesidir.              

Demek ki insan beyni kul olmaya kodlu olarak yaratılmıştır. İnsan bu yapısı gereği mutlaka bir varlığa tapacaktır. Ama önemli olan neye kulluk insanı özgür eder ya da onu kendine esir eder. Kişi burada sağlam bir tercih yapmakla mükelleftir.

Yeryüzünde Allah’ın var olduğunu bilmeyen ve O’na inanmayan insan yoktur, var olduğunu söyleyenler ise farkında olmadan imanını örtüp onu göremeyen kişilerdir. İnsanın fıtratı doğru okunmalıdır. İnsan fıtratında din ona programlanmıştır. Dinsiz insanın varlığı kalbi olmayan insanın varlığı gibidir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.m.): “Her doğan İslam fıtratı üzere doğmuştur…” (Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5)buyurmuştur.

Mümin ve Müslüman kişi için kullanılan Mümin” lafzı Allah’ın isimlerinden olduğu için, mümin kişiye nesebini Allah’a bağlamış olan kişi gözüyle bakılmalıdır. Zaten mümin Allah’ın halifesi değil midir? Halife sıfatıyla da Yüce Allah’ın yeryüzünde yarattığı en kutsal ve akıllı tek varlıktır.   

Müminin aklı kalp ile beyin arasında bir köprü olmalıdır. Beyin kalbin huzuru için çalışmalıdır. Bunun için de ibadetler yapılırken gönülden hissedilerek yapılırsa maksat ancak o zaman hâsıl olur. Bunu belki yıllar bir meleke haline getirebilir. Ancak böyle bir durumda kişi hayatın ve yaşamın tadını çıkarabilir. Günümüz insanının huzuru bulmak adına yaptığı gibi sakinleştiricilere ihtiyaç da kalmayacaktır. Onun huzurunda olmayı hissedebilmek insana güven ve umut bahşedecektir. 

 İnsanları imana çağıran ayet ve hadisler şöyledir:  “Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır.” (Nisa: 136)  

Peygamberimiz (s.a), genç sahâbî  Ebû Saîd el-Hudrî’ye (r.a) hitaben, “Ey Ebû Saîd! Her kim rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, peygamber olarak da Muhammed’e râzı olursa, cennet ona vacip olur buyurdu (Müslim, İmâre, 116).

            “Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah’ın rasûlüdür diye şehâdet getiren kimseye Allah Teâlâ cehennemi haram kılar (Müslim, Îmân, 47)  

Kabın dışına sızan içinde olandan başka bir şey değildir. Beden kalbin isteğine de ilgisiz kalamaz. Kalp iyi ise, yani iman kalpte mevcutsa, beden kalpteki imana uygun olarak hareket edecektir. Kalbindeki inançları doğrultusunda hareket etmek insanda fıtrîdir. İnanan bir mü’min de doğal olarak, davranışlarını daima inancına uyduracak ve inançlarıyla davranışları arasında uyum sağlamaya çalışacaktır. Nefsin istekleri, hevâ ve arzular, insanı inancına ters düşecek şekilde davranmaya sevk edebilir. Böyle durumlarda, kişinin tutum ve tercihini, inancının güçlülüğü veya zayıflığı belirleyecektir. Peygamberimiz de: “Vücutta bir et parçası vardır. O sağlamsa, bütün vücut sağlam olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. İyi bilin ki, işte o et parçası kalptir.” (Buhârî, İman, 39)  buyurmuşlardır. Mü’minin ahlâkî davranışı ve hayâsı onun kalbindeki imanının dışa yansımış şeklidir. Sağlam bir imana sahip olmayandan ise ahlaki meziyetler sudur etmeyecektir.

Sorumlu bir insanın “iman”dan sonra temel görevi, dinini hakkıyla öğrenmek, öğrendiklerini yaşamak ve onu insanlara öğretip onların da İslami kurallara uygun yaşamalarına vesile olmaktır.

Şöyle bir söz vardır: “iman insanı insan eder, belki insanı sultan eder...” Yâni, insan gerçek insanlığı da ancak iman sayesinde elde edebilir. O sayede, melekleri dahi geride bırakır ve insanlığın sultanlığı mertebesine yükselir. 

İmandır, o cevher ki ilahi ne büyüktür,

İmansız paslı yürek sinede bir yüktür.  

                                                                                         (M. Akif)

İman çıplaktır, elbisesi takva, ziyneti hayâ, malı fıkıh ve meyvesi amel-i salihtir. İman takvayı, takva da hayâ ve ahlaki olgunluğu gerektirir, onun da semeresi güzel amellerin sergilenip örnek bir toplumun ikame edilmesidir. Böyle bireylerden oluşan toplumda huzur ve saadetten başka ne olabilir? Çünkü Allah için yapılan tüm ameller kötülüklere de engel olur.  Zira Kur'anda, “Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir. (Ankebut, 28/45)” buyrulur. Ayeti celilede de buyrulduğu gibi gerçek namazın insanı tüm kötülüklerden alıkoyacağı vurgulanır.

İnsan kalbin amelini (inanç ve niyetini) namazına ya da bedeni ile yaptığı amellere yansıtmak suretiyle her türlü yanlışlıklardan kurtulur. Yani kalbi ile iman ettiği Rabbine bedeni ile de kul itaat eder. Amel gücünü imandan alır. Kalbin ameli olan iman, asıldır. Ameli iman gerektirir. Kalp takva yoluyla, iman vesilesiyle itaat eder ve kişi şirkten kurtulur.  iman bedenin amelini ibadete tahvil etmek suretiyle kişiyi isyandan kurtarır. “İmanla amel daima birbirine yakın iki arkadaştır.” Allah biri olmadan diğerini kabul etmez.” (Râmûzu'l-Ehâdîs, Hadîs No: 2260) İmansız amel gibi amelsiz iman da Allah katında geçerli değildir.

Kuranda da şöyle buyrulur:  “İnsanlar, inandık demeleriyle kendi hallerine bırakılacaklarını ve hiçbir imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar! Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır. Yoksa kötülükleri yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sandılar? Ne kadar kötü (ne yanlış) hüküm veriyorlar!”(29 /Ankebût/ 2-4)           





Bir Yorum Yazın
Bu habere yorumlar

Diğer Yazıları

Copyright © 2024