KARDEŞLİĞİ ONDAN ÖĞRENDİK - Eskişehir Haber

KARDEŞLİĞİ ONDAN ÖĞRENDİK

KARDEŞLİĞİ  ONDAN ÖĞRENDİK
Yayınlama: 2 Mayıs 2012 Çarşamba - 11.576
A+
A-

 

İslam tarihinde Medine’li sahabilerin, sırf imanlarından dolayı her şeylerini bırakarak Mekke’yi terk etmek mecburuyetinde kalmış  muhacir müslümanlar ile tüm imkanlarını paylaşmaları kardeşliğin en müstesna bir örneğidir. Hz. Peygamber, bu şekildeki bir kardeşlik örneğini temin etmek için Ensar ve Muhacirin’i genel bir çağrı ile kardeş ilan etmek yerine, her iki taraftan birer kişiyi karşılıklı olarak birbirleriyle kardeş ilan etmiştir.

            İşte Medine’de Enes b. Malik’in evinde Hz. Peygamberin Ensar ile Muhacirler arasında gerçekleştirdiği bu müstesna kardeşlik uygulaması, tarihte eşi ve benzeri bulunmayan, örnek bir uygulama olmuştur. Bu uygulama sebebiyle Medineliler Ensar-Muhacir kardeşliği için evlerinin kapısını açmakta adeta yarışmış, ellerindeki tüm imkânları bölüşmüşlerdir.  Tabi sırf Allah için yapılan böyle bir yardımlaşma örneği,  mal zenginliği değil, iman ve gönül zenginliğinin ta kendisidir.

            Kuran-ı Kerimde: “Hep birlikte Allah'ın ipine (İslam'a) sımsıkı yapışın; parçalanıp bölünmeyin.  Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişilerdiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız” (Al-i İmran, 103) buyrulmuştur.

            Hz. Peygamber de: İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek manada iman etmiş olamazsınız.” (Müslim, iman, 93) 

            “Müslüman Müslümanın kardeşidir. O din kardeşine haksızlık etmez. Onu düşmana teslim etmez. Kim din kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim müslüman kardeşinin bir sıkıntısını giderirse Allan da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim müslüman kardeşinin hatasını örterse Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter.. (Müslim, Birr ve sıla, 58) buyurmuştur.

 

            A-  Kardeşlik ve Sevgi:

            Kardeşliği besleyen en önemli unsurlar sevgi, hoşgörü, merhamet, yardımlaşma, birlik ve beraberlik gibi güzel ahlakın göstergeleridir. Sevginin insan hayatının zarurî bir yönü olduğu gerçeğine bütün din ve felsefi görüşler dikkat çekerler. Yine bunun gibi şefkat ve merhamet, yumuşak huyluluk ve yardımseverlik gibi sevginin türevleri de üstün faziletler olarak kabul edilir. Hatta bu anlayış yaşayan her şeye karşı sevgi göstermenin yanında kötülüğe karşı iyilik yapmanın bile teşvik gördüğü bir noktaya ulaşmıştır. Örneğin Hz. Peygamberin ‘Hiç biriniz kendisi için istediğini (mümin) kardeşi için istemedikçe gerçekten iman etmiş olamaz’ (Buhari. iman. 7) buyruğu ile bireyin toplumun özü haline gelmesi ve empatik bir anlayışın imanla bütünleştirilmesi sağlanmış olur. 

          İnsan hayatının özü sevgidir. Sevgi vermektir almak değil.  Sevilmek için sevmekten başlamak gerekir. Ama ille de sevilmek beklenilmemelidir. Çünkü sevmek sevilmekten çok daha önemlidir. Sevgide paylaşma ve bütünleşme vardır. Eğer siz beni severseniz ben de sizi severim diyorsanız bunun adına sevgi denmez o olsa olsa süfli bir ticari anlayış olur.

Şiddet kullanmak mı, yoksa kötülüğe katlanmak mı faydalı bilmiyorum. Zaten bunu kimse bilemez. Fakat herkesin bildiği gibi ben de biliyorum ki, sevgi saâdettir. Başkalarının bana olan sevgisi bir nimettir ve benim başkalarına olan sevgim daha büyük bir nimettir. En büyük saâdet beni sevenlere değil, benden nefret edenlere de olan sevgimdir. (Tolstoy, Din Nedir? Sf. 167-187)

            Demek ki sevgi, karşılık beklemeden sevmektir. Sevdiğinizde bir şey verdiğinizi ve bunun karşılığını mutlaka almanız gerektiğini düşünmeniz doğru değildir. Gerçek sevgi annenin evladına olan sevgisi gibi olandır. (Elmacıoğlu)

            Toplum sevgi ile kaynaşır, adaletle yaşar derler. Hz. Peygamber de: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona ihanet etmez, ona yalan söylemez ve onu sıkıntıda bırakmaz.. Bir Müslümanı sıkıntıdan kurtaranı Allah da sıkıntıdan kurtarır. Bir Müslümanın ayıp ve kusurlarını gizleyenin Allah da ayıp ve kusurlarını gizler.. Müslüman kötülüğe kötülükle karşılık vermez.. Kendisiyle kaynaşılmayan insanda hayır yoktur” buyurur.

            "Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merha­met var etmesi de Allah’ın (varlığının) delillerindendir. (Rum / 21) buyrulur.

            Âyette, ailenin kurulup korunması için eşler arasında sevgi, saygı, merhamet, şefkat ve hoşgörü gibi temel ilkelere ve her şeyden de önemlisi, eşlerin yaratılması ve aralarında sevginin var edilmesinin Allah'ın varlığının delillerinden olduğuna vurgu yapılmaktadır.

            Allah Teâlâ'nın bağışlaması bile, O’nun kullarına olan sevgisinden ileri gelmekte­dir. Çünkü sevmeyen bağışlamaz. İnsan sevgiyle donatılmıştır. Fıtratımızda sevgi olmasaydı, işimizi, eşimizi, aşımızı, çoluk çocuğumuzu, anamızı, babamızı, akrabalarımızı, dostlarımızı ve her şeyden önce Allah'ımızı ve peygamberimizi nasıl sevebilirdik. Bütün filleri­mizde öncü kuvvet sevgidir. Allah, her insanın ve hatta her varlığın içine sevgi to­humunu ekmiştir. Filizlenen ve yeşeren bu sevgi sayesinde yaşam bir anlam kazanmaktadır. Bu da Allah'ın insana sunduğu en latif bir ikramıdır.    

            Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'inde herkesi sevin diye bir ifade kullanmayıp, örneğin: "Kim olursa olsun adaletli davranın, hakkı ayakta tutun, hiçbir kimseye dini, mezhebi, milleti, ırkı, makam ve serveti dolayısıyla farklı mu­amele etmeyin, ananız, babanız, akrabalarınız, zengin, fakir kim olursa olsun adale­ti yerine getirin" gibi emir ve tavsiyelerde bulunmasının zımnında yine sevgi vardır. Fıtratta olan şeyle memur olmanın zaten pek anlamı da yoktur.

            Asıl olan hakkın hâkim olması, adaletin ve düzenin sağlanmasıdır. Yoksa hiçbir kimse, fıtraten herkesi sevemez ve zaten böyle de istenmemiştir. Hakkaniyet ve adaletle muamele eden kim olursa olsun, hangi ırktan gelirse gelsin, hangi dine, mezhebe ve görüşe mensup olursa olsun insanlar tarafından saygı, sevgi ve hürmet görmelidir. 

            Birbirimizi sevelim, çünkü sevgi Allah’tandır. Sana yapmalarını istemediğin şeyi başkalarına yapma ve senin yanağına kim vurursa, ona ötekini de çevir ve eğer biri seninle mahkemeye gidip gömleğini almak isterse ona abanı da bırak. (Yuhanna, III, 7-8-12-14-16 dan)  sözleri de hayli anlamlıdır. 

 

B- Kardeşlik ve Hoşgörü:

Hoşgörülü olmak birbirlerinin kusurlarını araştırmamayı ve affedici olmayı gerektirir. Bağışlamayı bilmeyen, hoşgörülü olamaz. Yüce Allah, affetmeyi sevmiş ve bizden de affedici olmayı istemiştir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: "Onlar, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah, iyilik edenleri sever." (Al-i İmran 134) Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuşlardır: "Herhangi bir kişi diğer bir kişinin ayıbını örterse, Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter ."

Hoşgörü bir yaklaşım ve bir tavırdır. Ufku dar olanlarla ufku geniş olanların farkını gösteren bir ölçüdür. Hoşgörü gülümseyen çehrenin adıdır. Alkış tutabilme kadirşinaslığıdır. Hatta toplum için hayat iksiridir. Herkesin kendini dilediği gibi tanımlayabilme anlayışının bir inanç prensibi olarak kabullenilmesidir. "Dinde zorlama yoktur.." (Bakara, 256) ayeti de Din de zorlamanın kaldırılmış olduğunu ve Dinin konusunun, zorunlu fiiller, davranışlar değil; isteğe bağlı fiiller ve davranışlar olduğunun kanıtıdır.  Hiç kimsenin düşüncelerini zorla değiştirmek gibi bir tavır benimsenmemelidir. Hiç kimseyi inançlarından zorla değiştirme hakkımın olmadığı gibi kimsenin de beni inançlarımdan zorla değiştirme hakkının olmadığını bilmesidir. “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; sevdirin, nefret ettirmeyin" (Buhari, İlim, 11) hadisi de hoşgörü ve diyaloğa ışık tutmaktadır.

Hoşgörü ve diyalog kültürü gelişmemiş olanlar on tane iyi davranışı göremezler iken bir tane yanlış davranışı derhal görmeye şartlanmış kişilerdir. Bunlar kendi egolarına mahkûm narsist insanlardır. Bizim kültürümüzde güzel görmek, güzel düşünmek, hayattan lezzet almak anlayışı vardır.  Mevlana’nın da dediği gibi: Bir ayağımız Şeriatte, bir ayağımız da pergel gibi yetmişiki milleti dolaşmaktadır.  Mevlana’nın yine şu sözü de hoşgörü ve diyalog adına ne güzel bir anlayıştır: “Suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verecek cevabım var. Lakin bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye!” (Mevlana)

İslâm dini, insanlara hoşgörülü olup onların kusurlarını araştırmamayı emreder. Bir imtihan yeri olan bu dünyada iyilerle kötüler bir arada yaşamak durumundadır. Çünkü imtihan bunu gerektirir.
Bir mü’min, bütün varlıklara ve özellikle insanlara sevgiyle yaklaşmalıdır. Nitekim Yunus Emre, Yaratılmışları severiz, Yaratandan ötürü, diyerek sevgi gerçeğini dile getirmiştir. Kin ve nefret sevginin zıddı olduğu için bu duyguyla yaşayanlar, sevgi, hoşgörü ve kardeşlikten tamamen yoksun olurlar.

Bir insanda düşmanca tavır ve davranış görülmedikçe onun dostluk potansiyelini gözardı etmemek temel insanı bir değerdir. Hoşgörü ve diyalog birbirini tamamlayan ve kardeşliğin kapısını aralayan birbirine endeksli iki kavramdır. Voltaire’nin “Söylediklerinizin hiç birine katılmıyorum, fakat bunları söyleme hakkınızı ölünceye kadar savunacağım” sözü hoşgörünün ve insana saygının en güzel örneklerindendir. Bu kendine güvenin de ifadesidir. Kendine güvenen hoşgörü ve diyaloga açık olur. Kendine ve söylediklerine inanıp güvenmeyen ise diyalogtan yana sıkıntı ve korku içindedir.

Din kardeşliğinde görmediğimiz, tanımadığımız insanlar iman birliği sayesinde kardeşimiz olur. Bütün maddi endişeleri dışarıda bırakan ve sadece yüreklerden beslenen bu kardeşlik duygusu onu paylaşanlar adına büyük bir hayır ve güzelliklerin kaynağıdır. Bütün inananları “ümmet” kalıbında eriten İslam, gönüllerden sınırları kaldırır ve bize bir takım toplumsal sorumluluklar yükler. Peygamberlerin davetine muhatap bütün insanlık içinden bu davete icabet edenler birbirlerinin din kardeşleri iken, davete muhatap olup henüz iman etmeyen diğer kesim de bu kardeşliğe aday olanlardır.

Din kardeşliği nesepten gelen kardeşlik gibi değildir; bu kardeşlik hiç bir sınırla çevrili değildir. Çünkü nesep kardeşliği din ayrılığı halinde kesintiye uğrarken; din kardeşliği ise neseplerin farklılığı sebebiyle kesintiye uğramaz. (Kurtubi, Ahkamü’l kuran) 

Ancak her şey gibi, hoşgörünün de sınırları vardır. Her meselede hoşgörülü olma hakkına sahip değiliz. Günlük hayatta karşılaştığımız hâdiseler ya “hukukullah” ile (namaz, oruç gibi) yahut “hukuk-u ibad” yâni “kul hakkı” ile ilgilidir. Allah’a karşı işlenen suçlarda, günahlarda, haramlarda insanoğlunun hoşgörü yetkisi olamaz. Bilâkis, bu gibi hallerde insanları ikaz etme görevi çok önemlidir.  Kur’an’da Ümmet-i Muhammed’in (asm.) diğer ümmetlerden daha hayırlı olmasının büyük bir sebebi olarak bu görevi gösterilir: Örneğin: “Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i imran Sûresi, 110) buyrulur.

Buna göre, Allah’ın razı olmadığı, yasakladığı bir davranış hoş görülmeyip onun ortadan kaldırılması için imkân ölçüsünde gayret gösterilirken ölçülü olup kalp ve gönül kırmamaya dikkat edilmelidir. Kul hakkına gelince, bir başkasının hukukuna yapılan maddî veya mânevî bir tecavüz karşısında da hoşgörülü olunamaz.  Geriye, insanın kendisine karşı işlenen suçlar kalıyor. İşte hoşgörünün gerçek alanı burasıdır. Malımıza zarar veren yahut gıybetimizi yapan bir kimseyi affetme yetkisine sahibiz. Bu hakkımızı kullanmamız, intikam almamızdan daha iyidir. Biz Allah’ın kullarına karşı şefkatli olalım ki, Rabbimizden de rahmet bekleyebilelim.

Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah’a teslim ettim." Ehl-i kitaba ve ümmîlere de: "Siz de Allah’a teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok, eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir. (Al-i İmran 20)

Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.  (Al-i İmran 118)

C- Merhamet:

Merhamet, esirgemek, acımak, koruyup bağışlamaktır. Hatta acımanın, sevgi duymanın ve şefkat beslemenin de ötesinde bir yaklaşımı ifade eder. Allah Rasulü: “Merhamet etmeyene, merhamet edilmez” (Sahih-i Müslim 4/1808)

Bir Yorum Yazın
Bu habere yorumlar

Diğer Yazıları

Copyright © 2024