ŞEHİTLİK VE ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ - Eskişehir Haber

ŞEHİTLİK VE ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ

ŞEHİTLİK VE ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ
Yayınlama: 15 Mart 2012 Perşembe - 8.772
A+
A-

 

Şehitlik:  

Allah (cc) yolunda hayatını feda eden kimseye şehit denir. Bu kimselere şehit denmesi ya cennete gideceklerine şehadet edildiği ya da vefat anında bir kısım rahmet meleklerinin hazır bulunup kendisine şehadet ettiği içindir..

Mensuplarına dünya ve ahiret mutluluğu vadeden İslam dini, din, vatan ve millet gibi kutsal sayılan değerlere büyük önem vermiştir. Bu değerlerin korunup baş tacı edilmesi için canı ve malını ortaya koyan şehit ve gaziler, Yüce Allah’ın ve Sevgili Peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuşlardır. Kuranı-ı Kerimde: "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rablerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar. Allah'ın lutf-u kereminden ihsan ettiği nimetlere kavuşmaktan dolayı sevinç içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine katılmayan müstakbel şehit dindaşlarına da kendilerine hiçbir korku olmayacağına ve üzüntü hissetmeyeceklerine dair müjde vermek isterler." buyrulmuştur. Al-i İmran Suresi ayet, 169 -170

Sevgili Peygamberimiz de şehitlik mertebesinin ulviyetine işaret eden bir Hadis-i Şeriflerinde: "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi ne kadar çok isterdim." (Buhârî, Cihad, 7)

"Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki bütün şeyler kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmek istemez. Sadece şehit, gördüğü itibar ve ikrâm sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve defalarca şehit olmayı ister." (Buhari, Cihad 21)

Bize göre savaşın haklı sebepleri olarak şahsa, millete ve dine yapılan saldırıya karşılık meşru müdafaa, yakın ve uzak tehdidi bertaraf etmek gibi sebepler gösterilebilir. Müslüman Allah için ölmekten ve öldürülmekten korkmaz. Bilir ki; savaşta ölürse şehit, sağ kalırsa gazidir.

Şehitlik, Peygamberlikten sonra en yüksek manevi makamdır. Şehit iki türlüdür: Hakiki ve hükmi şehit. Hakiki şehit: Müslüman olan birinin meşru bir savaşta ölmesidir. Çanakkale şehitleri gibi.
Hükmi şehit: Savaştan sonra bir süre yaşayanlar, iş kazasında, yangında, deprem, sel ve doğum gibi  felaketlerde ölenlerdir. İlim yolunda ölen Müslümanlar da hükmen şehit sayılırlar.   

 

Çanakkale Şehitleri:

Çanakkale Destanı, Türk milletinin makûs tarihinin akışını değiştirmiştir. Ülkemizin dört bir yanından gelen, bazıları çocuk yaşta sayılabilecek gençlerimizin yüreklerinde taşıdıkları sarsılmaz iman gücü ve vatan sevgisi ile bir yandan 7 düvel düşmana, bir yandan da açlığa ve yoksulluğa karşı mücadele edip, dünya tarihinin emsalsiz zaferlerinden birini kazanmıştır. Bu milletin evlatları açlığa, yoksulluğa ve her türlü zorluğa tahammül edeceğini ama asla esarete tahammül etmeyeceğini tüm dünyaya açıkça göstermiştir.

Şahadet, ölümsüzlüğü arzulayan insana Allah’ın sunduğu bir ölümsüzlük fırsatıdır. Ecdadımız 1914 yılında Çanakkale’de yedi düvele karşı muazzam bir savunma savaşı verirken bu duygularla çarpışmıştır. Bu savaşta 250 bin kahraman vatan evladı şehit olmuştur. M. Kemal Atatürk o gün cephede yaşananları şöyle anlatıyor: “Erlerimiz siperlere yerleşmiş bir elinde silah diğer elinde Kur’an, düşmanı bekliyor. Ön cephedekiler kahramanca çarpışarak şehit oluyor, arka siperlerde bekleyen askerler hiç tereddüt etmeden ön cepheye, gözü önünde şehit olan arkadaşının yerini alıyor ve az sonra kendisinin de şehit olacağını çok iyi biliyor. Ama en ufak bir korku ve yeis yok. Biraz sonra o da şehit oluyor.” 

18 Mart günü, ölümsüzlük şerbeti içenlerin Rablerine kavuştukları günün yıl dönümüdür. O gün, barutun kanla, kanın canla, canın vatan, namus ve bayrak uğruna destanlaştığı gündür. Vatan uğrunda canlarını veren tüm şehitlerimizi andığımız bu anlamlı günde Çanakkale'de Alay Komutanından son erine kadar şehit olan 57. alayı hatırlamamak mümkün değildir. Vatan için en kutsal varlığını, canını veren yiğit şehitlerimizin, manevi varlığından güç alan bizler, her ne halde olursa olsun, bu vatana göz diken iç ve dış tüm düşmanlarımızı bertaraf ederek, siz şehit ve gazilerimizin emanetini daima yükseklerde taşıyacağız.

Çanakkale, dünyaya bir kere daha tek yürek olduğumuzu, vatanımızın bir parçasını bile düşmana bırakmayacağımızı kanıtlayan, tarihimizin en şanlı zaferlerinden birini kazandığımız ve binlerce şehit verdiğimiz yerdir. Üzerinden doksan yedi yıl geçse de asla unutamayacağımız, her göreni derinden etkileyen bir yerdir. Bir tarafta ülkesini düşmandan korumak için kavurucu sıcakta ve dondurucu soğukta savaşan kahraman Türk askerleri, diğer tarafta çok uzaklardan gelmiş, niye orda olduğunu bile bilmeyen düşman askerleri. Dünya tarihine en centilmen savaş olarak da geçen örnek bir savaştır.

Kendi topraklarımızı savunurken çarpıştığımız düşman da olsa onların da bir insan evladı olduğu düşünülecek kadar örnek hareketlerin sergilendiği bir savaştır. Savaştan sonra Atatürk’ün söylediği şu sözler onun nasıl yüce gönüllü bir lider olduğunu, İslamiyet’in ve Türklüğün asil değerini tüm dünya efkârı umumiyesine göstermiş oluyor.

“Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.” 

Sonuç olarak Çanakkale, yokluk ve yoksulluk döneminin en büyük başarısıdır. Maddi ve siyasi açıdan devletin tıkandığı, tüm umutların tükendiği bir dönemde asil milletimize Allah’ın bir lütfudur.  M. Akif de Çanakkale Destanını şu dizelerle dile getirmiştir:

 Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle…
                                                                                               aorum_26@hotmail.com



Bir Yorum Yazın
Bu habere yorumlar

Diğer Yazıları

Copyright © 2024