EKONOMİ VE İSLAM (2) - Eskişehir Haber

EKONOMİ VE İSLAM (2)

EKONOMİ VE İSLAM (2)
Yayınlama: 7 Aralık 2011 Çarşamba - 8.305
A+
A-

 

Emek ve kazanç:

İnsanların bir işte ortaya koydukları beden ve düşünce alanındaki çabalarına emek adı verilir. Üretim alanında en önemli unsur emektir. Zira insan olmadan, emek olamayacağı gibi; emek olmadan da üretim elde edilemez. Her türlü üretim unsurlarının da insan olmadan kendi başına üretimde bulunması düşünülemez. Bunun için, üretim sürecine katkıda bulunan her türlü insan etkinliğine de emek denir. İnsanların fiziksel enerjilerini üretimde kullanmaları emeği oluşturan başlıca öğedir. Yine insan ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik her türlü çabaya da emek adı verilir.

Mülkiyetin esası olması niteliğiyle emek dağıtımın temel bir unsurudur. Tabiat alanında çalışıp emek sarf eden kişi, kendi emeğinin ürününü elde eder.

Kazanç, üretimde sarf edilen emek karşılığı elde edilen bir değerdir. İşçinin harcadığı emek işverenden alacağı maaş için yeterli bir gerekçedir. Üretimde harcanan emeğin karşılığı olarak elde edilen kazanç ne kadar hukuki ise, hak edilen bir emeğin karşılığının da tamamen veya kısmen verilmemesi o kadar gayri hukukidir. İslam teorisine göre, bir kazancın meşru olabilmesi için temel esas emektir.

 

Kazanç Emeğe Göre Belirlenir:

Emek karşılığı olarak elde edilen gelirlerde, emek ve kazanç arasındaki eşitliğe riayet etmek temel İslâmî bir kuraldır. Bu sebeple ticaret ve her türlü ortaklıkların, hile ve sömürüye dayanmamasına dikkat edilmelidir.

Söz konusu kuralın bir gereği olarak İslam’da faiz ve kumar haram kılınmıştır. Kazancın emeğe göre belirlenmesi konusunda önemli konulardan birisi olarak faiz ve kumar ilk akla gelenlerdendir. Faiz ve kumar gibi şans oyunları da karşılığı olmayan bir fazlalığı içermesinden dolayı İslam’da yasaklanmış, oralardan elde edilecek gelirler helâl kabul edilmemiştir. Kazancın meşruiyeti için emek, üretim ve risk olması şarttır.

Faiz, malın mal ile değişimindeki bir akitte, karşılığı bulunmayan fazlalığa denilmektedir. Ödünç işlemlerinde ve alışverişte karşılığı bulunmayan hakiki veya hükmî fazlalık da bu kapsamdadır. Allah Tealâ açık ve net bir şekilde faizi yasaklamıştır. Bu sebeple faizin haramlığı konusunda ulema arasında hiçbir ihtilâf da söz konusu olmamıştır. Faizin haram kılınmasının sebepleri araştırıldığında şunlar görülür: Salt faizde gerçek manada emek, üretim ve risk yoktur. Çünkü faizde hem anapara güvence altında, hem de kâr güvence altındadır. Bu yönüyle faiz sanki misliyattan alınan bir kira gibidir. Bu durum ise yasaklanmasına gerçek bir gerekçedir. Zîrâ böyle bir sonuç, emeksiz kazanç manasına gelmektedir.

Üretimsiz bir emeğin meşru olamayacağı anlaşılmaktadır. Örneğin kumar oynayan bir grubun elindeki para artmamakta, sadece el değiştirmektedir. Mesela kumar oynanarak geçen bir aylık zaman diliminde yeni üretim yapılmadığı gibi, mevcut mal da muhafaza edilememektedir.

Bu noktada faizin zararları; faizi veren tarafın sürekli olarak ve risksiz bir şekilde zenginleşmesine, buna karşılık faizi alan tarafın ise fakirleşmesine veya çok az bir kâr elde etmesine sebep olacaktır. İşte faizle birlikte yatırımsız bir kâr yolunun açılmasıyla, sermaye sahiplerinin el emeği, üretim ve gerçek ticaret.. gibi usullere başvurmaması; neticede işsizliğin artmasını; maliyet enflasyonunun oluşmasını; nihayetinde sürekli menfaat hesapları yapan kişilerden oluşan bir toplumda sevgi, kardeşlik ve yardım duygusunun azalmasını temin edecektir. Bu durum toplumda büyük bir kaosa sebep olur.

Beşer tarihinde en büyük sıkıntılar şu iki düşünceden kaynaklanmaktadır: Bunlardan birincisi “Sen çalış ben yiyeyim.” fikridir. İkincisi ise “Ben tok olduktan sonra başkaları açlıktan ölse de beni bağlamaz” fikridir. İslâm birinci düşünceyi faizin yasaklanmasıyla, ikinci düşünceyi de zekât ve onu tamamlayan fıtır sadakası gibi vecibelerle ortadan kaldırmıştır.

Bugün İslam ülkelerinde iktisadi kalkınma ko­nusunda İslam’ın temel ilkesi olan adalete uygun birer model üretilemediği gibi bu doğ­rultuda bir endüstriyel ilişkiler sistemi de oluşturulamamıştır. Nitekim bu konuyla ilgili görüşler âdeta sosyalizm ve kapitalizmin in­safına bırakılmıştır.

İslam hukukuna göre emek istihdamı iki şekilde incelenebilir: 1) Ortaklık, 2) Ücretli istihdam. Bu usullerin her birinin işçi i ve işveren açılarından farklı yönleri vardır. ( örneğin ortaklıkta zarar halinde harcanan emek boşa giderken, ücretli istihdamda işlet­menin zararı halinde dahi ücret ödenmesi gerekir.

            Ücretle çalışma kapsamına bağımlı ve bağımsız çalışma girer. Ecir-i has (bağımlı işçi),  ecir-i müşterek (bağımsız işçi) ise kendi adına çalışanları içerir. Bu ayırım çağdaş istihdam şekillerine de uyar. Ücretle birbirine bağımlı olarak çalışan işçi akitte belirtilen ücreti alır ve üretime katkısı olmasına rağmen ürünle bir ilgisi kalmaz.

İslam hukuku, tarafların anlaşmazlığa düşmemeleri için ücretin belirlenmesine (ecir-i müsemma) büyük önem verir. Akdin fasit olması halinde ise "ecir-i misil" (emsal ücret) gerekir. Kanaatimizce İslam iktisadında ücre­ti belirleyen kriterleri, emsal ücret konusunda açıkça görmek mümkündür. Emsal ücret, ta­rafsız bilirkişilerce tespit edilir. Aynı işi yapan ve aynı özelliklere sahip olan işçi; çalışma yeri ve zaman farkı göz önünde bu­lundurulur. Bunun bugünkü anlamı "eşit işe, eşit ücrettir".

Faiz yasağı, zekât emri, israf yasağı, hayır ve infak kavramları, tekelleşmeye karşı olma, ticarette serbestiyet İslam ekonomisinin temel prensipleridir.

Zulüm, haksızlık, stok, kara para, rüşvet, faiz, suiistimal, adam kayırma, vurgunculuk, sahtekârlık, yağmacılık, rüşvet, gasp ve hırsızlık, başkalarının hakkını çiğneme vb. bâtıl yollarla kazanç sağlanmasına İslam dini izin vermemektedir; çıkarcı insanların adalet ve kanuna aykırı şekilde kazanç sağlamasının İslam’da yeri yoktur.

                                                                                 aorum_26@hotmail.com





Bir Yorum Yazın
Bu habere yorumlar

Diğer Yazıları

Copyright © 2024