Hicret (Hz. Peygamberin Medine’ye Göçü) - Eskişehir Haber

Hicret (Hz. Peygamberin Medine’ye Göçü)

Hicret (Hz. Peygamberin Medine’ye Göçü)
Yayınlama: 22 Temmuz 2010 Perşembe - 8.899
A+
A-

 

HÎCRET: Bu yıl itibariyle 16 Temmuz 2010 Hz. Muhammet ve arkadaşlarının Mekke’den Medine’ye göç olayının yıldönümüdür. Hz. Peygamber, özellikle hacc mevsiminde Mekke dışından gelen insanlarla görüşüyor onlara İslâm’ı anlatıyordu. Bir gün Akabe mevkiinde Medineli altı kişi ile karşılaştı. Onlara Kur'ân okudu ve onları İslâm’a davet etti.

Akabe'de Müslüman olan Medineliler memleketlerine gittiklerinde bu durumu yakınlarına aktardıktan bir yıl sonra, daha önceki Müslümanlarla birlikte on iki kişilik bir topluluk Hacc için Mekke'ye geldi. Bunlar Peygamberimizle görüştü ve "hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocukları öldürmemek, iftira etmemek, Allah ve Rasûlüne muhalefette bulunmamak” hususunda peygamberimize söz verip biat ettiler.

Peygamberliğin onüçüncü yılında Medineli Müslümanlardan yetmiş iki kişilik bir grup hacc için Mekke'ye geldiler. Peygamberimizle Akabe mevkiinde görüşmek üzere toplandılar. Hz. Peygamber, amcası Abbas'la birlikte Akabe'ye geldi. Abbas henüz Müslüman olmamıştı. Ebu Talib'in vefatından sonra peygamberimizle daha çok ilgilenmeye başlamıştı. Bu ilgi kabile bağından ileriye gitmiyordu. Toplantıda ilk konuşmayı Abbas yaptı; "Ey Hazrec topluluğu, bu benim kardeşimin oğludur. Benim yanımda insanların en sevgilisidir. Siz onu tasdik ediyor onun getirdiklerine inanıyor ve kendisini alıp götürmek istiyorsanız, sizden bu hususta beni tatmin edici bir söz almak isterim. Siz ona vereceğiniz sözü yerine getirebilecek ve kendisini muhaliflerinden koruyabilecek misiniz? Bunu gereği gibi yaparsanız ne iyi; yok eğer Mekke'den çıktıktan sonra kendisini yardımsız yüzüstü bırakacaksanız şimdiden bu isten vazgeçin, onu bırakın! Yine kavmi arasında ve yurdunda izzet ve şerefiyle korunmuş olarak yasasın."

Hz. Abbas'tan sonra Hz. Peygamber konuştu. Bundan sonra Medineli Müslümanlar düşüncelerini şöylece açıkladılar: "Allah'tan getirdiklerine bilerek ve inanarak sana biat ediyoruz. Biz, Rabbimize biat ediyoruz Allah’ın kudret eli ellerimizin üzerindedir. Kendimizi, oğullarımızı, kadınlarımızı esirgeyip koruduğumuz şeylerden seni de, esirgeyip koruyacağız. Eğer bu ahdimizi bozarsak, Allah’ın ahdini bozan, yaramaz, bedbaht insanlar olalım. Ya Rasûlallah! Biz ahdimize bağlıyız".

Peygamberimiz iki şart ileri sürdü, "Rabbim için şartım: O'na hiç bir şeyi ortak koşmamanız yalnız O'na ibadet etmeniz, kendinizi, çocuklarınızı, kadınlarınızı esirgeyip koruduğunuz şeylerden, beni de esirgeyip korumanızdır" buyurdu. Medineliler: "Böyle yaptığımız zaman bizim için ne var" dediler. Allah Rasûlü de: "Cennet var" buyurdular. Medineliler "bu kârlı alış veriştir" deyip Allah Resulüne biat ettiler.  

Mekke müşrikleri Akabe biatlariyla ilgili haberi alınca Allah Resulünü Mekke dışına çıkarmamak için önlemler almaya başladılar. Bir müddet sonra peygamberimiz Müslümanların Medine'ye hicret etmelerine izin verdi. İlk olarak hicret edenlerden Hz. Ömer hicret için önce silahını kusandı, Kâbe'yi tavaf etti. Çevrede bulunan müşriklere de hicret etmekte olduğunu bildirdi. "Anasını ağlatmak karısın dul bırakmak isteyen varsa beni izlesin" diyerek büyük bir grup sahabe ile birlikte hicret etti." Hz. Ömer'den sonra Hz. Hamza ve diğer Müslümanlar hicret ettiler.

Hz. Ebû Bekir de hicret etmek istiyordu ancak, Peygamberimiz ona "acele etme, belki Allah sana hicretinde bir arkadaş verir" diyerek bir süre daha beklemesini söyledi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir iki deve satın alıp, hicret edeceği günü beklemeye başladı.

Kureysliler Müslümanların Medine'de tutunduklarını görünce telaşa düştüler. Peygamberimizin hicretine engel olabilmek için Darü'n-Nedve adı verilen meclis binasında toplandılar. Çeşitli fikirler ve düşünceler ileri sürerek sonuçta Ebû Cehil'in düşüncesinde karar kıldılar.

Ebu Cehil, her kabileden bir delikanlının seçilmesini, bunların hep birlikte Peygamberimizi öldürmelerini teklif etti. Böylece Abdi Menâf oğullarının bütün kabilelerle çarpışamayacağını, kan davasından vazgeçeceklerini bildirdi. Onlar böyle bir planı düşünürlerken Peygamberimiz Hz. Ebû Bekir'in evine vardı. Allah’ın kendilerine hicret iznini verdiğini bildirerek yol hazırlıklarına başlanıldı. Mekkelilere ait bazı emanetlerin sahiplerine teslim edilmesi ve müşrikleri yanıltmak amacıyla Hz. Ali'ye Peygamberimizin evinde kalması emredildi.

Gecenin geç vaktinde müşrikler Peygamberimizin evini kuşattılar. Allah Rasûlü Kur'ân okuyarak Allah'a sığınmış böylece müşriklerin arasından görünmeden geçmiştir. Bir müddet sonra müşrikler Peygamberimizin yatağında yatanın Hz. Ali olduğunu görünce hayrete düşmüş ve tuzaklarının boşa gittiğini anlamışlardır.

Hz. Peygamber (s.a.s) Hz. Ebu Bekir'le birlikte Sevr Dağı’na doğru yol alıp Hira mağarasına gizlendiler. Bu dağ Medine tarafında değil, Cidde tarafında Mekke'nin kuzey batısında yer alıyordu. Müşrikleri şaşırtmak için de böyle bir yola başvurulmuştu.

Müşrikler Hz. Ali'yi ve Hz. Ebû Bekir'in kızı Esma’yı sıkıştırmış fakat bir şey öğrenememişlerdir. İz sürenleri yanlarına aldılar; dağ, tepe demeden her tarafı aradılar. Bir ara mağaranın ağzına kadar geldiler, mağaranın önüne bir güvercinin hemen Rasûlullah'ın oraya girmesinden sonra yuva yaptığını, örümceğin ağ örttüğünü görünce Allah Resulünün mağarada gizlenmesinin mümkün olabileceğini düşünemediler. Elleri boş olarak geri döndüler.

Hz. Peygamber (s.a.s) ile Hz. Ebu Bekir bu mağarada üç gün kaldılar. Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdullah ve kızı Esma onlara yemek taşıdılar. Hz. Ebu Bekir'in çobanı da koyunlarını Abdullah’ın geçtiği yerlere sürerek izlerini silmeye çalıştı. Yol Kılavuzu Uraykit Peygamberimiz ve Hz. Ebubekir'in bineceği develeri getirdi. Peygamberimiz devenin ücretini Ebu Bekir'e ödeyerek yola koyuldular. Yolculukta geceleri yol alıyor, gündüzleri gizleniyorlardı. 

Peygamberimizin Mekke'den çıktığını duyan Medine'deki Müslümanlar yolları gözlüyorlardı. Her gün güneşin doğumundan önce Harra mevkiine çıkıyorlar, sıcak bastırıncaya kadar bekliyorlardı. Bir gün Yahudi'nin birisi yüksek bir kuleye çıkıp etrafı gözetlemeye başlamıştı. Peygamberimizin ve arkadaşlarının gelmekte olduğunu gördü. Kendisini tutamayarak heyecanla " Ey Arap topluluğu! İste nasibiniz, devletliniz, beklediğiniz ulu kişiniz geliyor" diyerek Rasûlullah'ın geldiğini onlara haber verdi.

Medineliler yollara dökülüp Peygamberimizi karşıladılar. Peygamberimiz burada bir müddet kaldı ve Kuba Mescidi'ni inşa ettirdi. Hz. Ali de Kuba'da Rasûlulah'a yetişti.

Peygamberimiz bir kaç gün sonra Medine'ye hareket etti. Hareketinden önce Neccâr oğullarına kendisini Medine'ye götürmeleri için haber gönderdiği de rivayet edilmektedir. Abdulmuttalib'in annesi Neccar oğullarının kızıydı. Dolayısıyla Neccar oğulları Abdulmuttalib'in dayıları oluyordu. 

Neccar oğulları Peygamberimizi Medine'ye götürdüler. Halk Peygamberimizi ağırlamak için can atıyordu. Allah Rasûlü hiç kimseyi kırmak istemiyordu. " Devenin yolunu açınız. Nereye çökeceği ona buyrulmuştur" diyordu. Deve boş bir araziye çöktü. Peygamberimiz bu araziye akrabalarından kimin evinin yakin olduğunu sordu. Böylece Neccar oğularından Ebu Eyyûb el-Ensâri'nin evine misafir oldu.

Hz. Peygamber (s.a.s)'in Medine'ye gelişi Medineli mü’minleri büyük bir sevince boğdu.

Bütün müminler, evlerinin damına çıkmış; gençler ve hizmetçiler yollara dökülmüşler "Yâ Rasûlallah! Yâ Muhammed! Yâ Rasûlallah!" diyerek bağırıyorlardı. 

Kadınlar ve çocuklar, hep bir ağızdan: "Veda tepelerinden dolunay doğdu bize! Allah'a yalvaran oldukça, şükür etmek gerekir halimize, Ey bize gönderilen Peygamber! Sen boyun eğmemiz gereken bir emr ile geldin bize" diye şiirler okuyorlardı.

Berâ' b. Âzib: "Peygamber (s.a.s) Medine'ye gelince, Medinelilerin Rasûlullah'a sevindikleri kadar hiç bir şeye sevindiklerini görmedim demiştir.

Enes b. Malik de: "Ben, Rasûlullah'in Medine'ye girdigi günden daha güzel, daha parlak bir gün görmedim" der.

Rasûlullah Medine'ye varınca müminlerin her biri kendi evinde ağırlamak istediler ve bu konuda yarışırcasına hareket ettiler. Rasûlullah'ı misafir edebilmek için devesinin önüne geçiyorlardı. Efendimiz onlara "Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği ona emir buyurulmustur" diyordu.

Sosyolojik ve kültürel açıdan bakıldığında hicret,  dünya ve İslam tarihinin önemli dönüm noktalarından biri kabul edilir. Çünkü İslam dininin cihana açılması ve İslam gerçeğinin kendini ispat edip tanıtması hicretle mümkün olmuştur.

İnsanlığın tüm geleceğini kucaklayan bu (hicret) kervan, Medine'de devlet oldu,  güç oldu.  Arabistan’da uzun yıllar boyunca kemikleşmiş olan putperestliğin sonunu getirdi.  Kur'an-ı Kerimin de ifadesiyle "HAK GELDİ, BATIL YOKLUĞA MAHKÛM OLDU".

            Hicret:  Rabbimiz Allah,  Nebimiz Muhammet"  demekten ve  "insanlığa huzur ve saadet getirmeye çalışmaktan" başka bir amacı olmayan Müslümanların, doğup büyüdükleri, hayatlarını davam ettirdikleri öz yurtlarından çıkarılmaya zorlandıkları büyük bir olaydır.

Peygamberimiz de o gece müşriklerin arasından çıkıp gitti ve Kâbeye uğrayarak,  "Ey Mekke;  bütün dünya da en çok sevdiğim yer senin yerindir. Fakat senin evlatların beni senin duvarların arasında huzur içinde bırakmıyorlar." dedi.

Hicret,  sadece zulümden kaçmak için meydana gelmiş bir olay değildir. Tarih ve siyer kitapları olaya bu zaviyeden bakarak her ne kadar hicret olayını basit bir firar gibi göstermekte iseler de, sonuç itibariyle hicret; İslami mücadelenin Mekke’nin dışına çıkartılarak, bağımsız bir düzlemde sürdürülmesidir. Tarih boyunca hak ve hakikatin sesi daima susturulmaya çalışılmıştır. Hz. Muhammed’in de sesi susturulmak istenmiştir.  Hâlbuki bu görevde maddi bir beklenti söz konusu değildir.  Bu görev Hak'ka dostluğun ve O’na doğru yol alışın bir ta kendisidir. Hakka dostluk bütün bu zulümlere katlanmayı gerektirir. İşte Hicret; Allah rızası için anadan, babadan, yardan, maldan-mülkten, hatta candan vazgeçişin ibretli bir kıssasıdır.

Günümüz Müslümanlarına düşen görev ise, Müslümanlığın ne kadar büyük ve dehşetli kasırgaları aşarak kendilerine ulaştığının bilincinde olmaları ve onu takdir etmeleridir.

Hicret,  İslam tarihinde yeni bir çağı başlatmıştır. Hicri takvimin başlangıç yılı olarak Hz.Muhammed’in doğum tarihinin ya da ilk vahiy tarihinin değil de, Hicret yılının seçilmesi çok anlamlıdır,  İslam ilkelerini sadece duyurmayı değil, uygulama alanına geçirmeyi de öngören Hz Muhammed (A.S)e bu fırsatı hicret vermiştir. Bu bakımdan İslam tarihinin tümünde,  tarihsel önemi açısından olsun, ideolojik toplumsal, siyasal ve kültürel sonuçları açısından olsun,  Hicretle boy ölçüşebilecek başka bir olay yoktur.

Bugün tüm Müslümanlar olarak bizler; Peygamber ve ashabının Medine’ye gelişlerini coşkun bir sevgiyle karşılanışlarını ve Medineli Müslümanların yeni gelen muhacirler ile evlerini ve mallarını ne kadar engin bir gönül yüceliğiyle paylaştıklarını heyecanla hatırlamaktayız.  Herkesin başkalarının gereksinimlerini kendi gereksinimleri kadar düşündüğü böylesi tarihi bir olayın bir başka benzeri var mıdır?

                                                                         aorum_@hotmail.com



Bir Yorum Yazın
Bu habere yorumlar

Diğer Yazıları

Copyright © 2024