Eskişehir’in Mana Erlerinden: - Eskişehir Haber

Eskişehir’in Mana Erlerinden:

Eskişehir’in Mana Erlerinden:
Yayınlama: 27 Nisan 2010 Salı - 9.058
A+
A-

 

1- Şeyh Edebali (1206- 1326)

Osmanlı Devleti’'nin kuruluş yıllarında yaşamış bir İslam ilahiyatçısı-din bilgini, Ahi şeyhi, Osman Gazi'nin kayınbabası ve hocası, bir anlamda da sonradan imparatorluk olacak Osmanlı Devleti'nin fikir babasıdır. Altı asırdan fazla devam edecek olan bir imparatorluğun ilk müjdesini veren Şeyh Edebalidir.

Âlim, aktif, varlıklı, çevresi için örnek teşkil eden bir kişi olan Şeyh Edebali, Eskişehir yakınlarında İtburnu denilen köyde yaşamış, yaptırmış olduğu zaviyede öğrenci yetiştirmiş ve halkı aydınlatmıştır. Bilecik'te de bir dergâh yaptırmış, Osman Gazi'yi de birçok defa burada misafir etmiştir.  

Ahi reisi Şeyh Edebali kendisini dinleyenlere;"Toprağa bağlanın. Suyu israf etmeyin.  Mirasınızın sağlam kalmasına dikkat edin. Verin, cömert olun, elleriniz yumuk kalmasın. İlim sahiplerini koruyun. Ağaç dikin. Ödünç aldığınızı fazlasıyla iade edin. Kuran-ı Kerimi güçlü olmak için okuyun. Bağınızı bahçenizi viran bırakmayın. Hadis ezberleyin. Bildiklerinizi unutmamak için halkı öğretin. Asıl ölüm, ilimden payını almayanlaradır. Faydalı ile faydasızı bilenler bilgi sahipleridir...." diyerek halka böyle tavsiyelerde bulunurdu.

Şeyh Edebali geleceği görebilen bir kişiliğe sahipti. Din ve dünya işlerini çok iyi bilen büyük bir insandı. O gelecekteki Türk birliğini, Kayı Boyunun dolayısıyla Osman Bey'in kuracağını sezmiştir. Tüm Kayı Erenleri Edebali’den feyiz almıştır.

 

2- Yunus Emre: (1238 - 1321)

Türk milletinin yetiştirdiği en büyük tasavvuf erlerinden ve Türk dili ve edebiyatı tarihinin en büyük şairlerinden biri olan Yunus Emre'nin hayatı ve kimliğine dair fazla bir şey bilinmemektedir. Yunus Emre, Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmaya ve Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde küçük-büyük Türk Beylikleri’nin kurulmaya başladığı 13. yy ortalarından Osmanlı Beyliği'nin filizlenmeye başladığı 14. yy’ın ilk çeyreğinde Orta Anadolu havzasında doğup yaşamış bir Türkmen hocası, şair bir erendir. Yunus Emre uzun bir süre Hacı Bektaşi Veli Dergâhında çile doldurmuş ve dergâha hizmet etmiştir.

Yunus’un yaşadığı yıllar, Anadolu Türklüğünün Moğol akın ve yağmalarıyla, iç kavga ve çekişmelerle, siyasî otorite zayıflığıyla, dahası kıtlık ve kuraklıklarla perişan olduğu yıllardır. İşte böyle bir ortamda, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Hacı Bektaşi Veli, Ahi Evran, gibi ilim ve irfan kutuplarıyla birlikte Yunus Emre, Allah sevgisini, aşk ve güzel ahlakla ilgili düşüncelerini, her türlü batıl inanca karşı, gerçek İslam Tasavvufunu işleyerek Türk-İslam birliğinin oluşmasında önemli vazifeler yapmıştır.

Şiirlerinde derin bir Allah, peygamber ve insan sevgisi vardır. Hatta “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü” dizesinden de anlaşılacağı üzere Yunus bütün varlık âlemine sevgiyle yaklaşmıştır. Yunus’un bu sevgi ve hoşgörü iklimi sadece Anadolu’da yaşadığı çağ ile sınırlı kalmamış;  günümüzde de etkisini hissettiren Yunus Emre sevgi ve hoşgörüsüyle dünyaca tanınan bir şahsiyet olmuştur. Hayat felsefesini şu dizelerinde nispeten ifade etmiştir:

Benim burda kararım yok, ben burdan gitmeye geldim

Bezirgânım metaım çok, alana satmağa geldim.

Ben gelmedim da'vi için benim işim sevi için

Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim

 

3- Nasreddin Hoca: (1208 - 1284)

Türk halk bilgesidir. Halk dilinde, duygu ve inceliği içeren, gülmece türünün öncüsü olmuştur. Sivrihisar'ın Hortu yöresinde doğdu, Akşehir'de öldü. Babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi, annesi aynı köyden Sıdıka Hatun'dur. Önce Sivrihisar'da medrese öğrenimi gördü. Babasının ölümü üzerine Hortu'ya dönerek köy imamı oldu. 1237'de Akşehir'e yerleşerek, Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim'in derslerini dinledi. İslam diniyle ilgili çalışmalarını sürdürdü.

Bazı söylentilere göre, onun Selçuklu sultanlarıyla tanıştığı, Mevlâna Celâleddin ile yakınlık kurduğu, kendisinden en az yetmiş yıl sonra yaşayan Timur'la konuştuğu, birkaç yerde birden göründüğü bile anlatılmaktadır. Nasreddin Hoca'nın değeri, yaşadığı olaylarla değil, gerek kendisinin, gerek halkın onun ağzından söylediği gülmecelerdeki anlam, yergi ve alay öğelerinin inceliğiyle ölçülür. Onun olduğu ileri sürülen gülmecelerin incelenmesinden, bunlarda geçen sözcüklerin açıklanışından anlaşıldığına göre o, belli bir dönemin değil Anadolu halkının yaşama biçimini, güldürü öğesini, alay ve eğlenme türünü, övgü ve yergi becerisini dile getirmiştir.

Aslında Nasreddin Hoca, insanlara doğru yolu gösteren, iyilikleri bildiren, doğruya sevk eden ve kötülüklerden sakındıran bir veli idi. Bu işi yaparken tabiatı icabı kendisine has bir yol tutmuştur. Böylece hakkın anlatılması ve cemiyetteki bozuk yönlerin düzeltilmesi için, meseleyi halkın anlayacağı bir dil ve üslup ile gayet manidar latifeler halinde kısa ve öz olarak dile getirmiştir. Latifeleri hikmet ve ibret dolu birer darb-ı mesel gibidir.                                                                              

 

4- Battal Gazi veya Seyyid Battal Gazi:

 8. Yüzyılda yaşadığı tahmin edilen ve hakkında çeşitli inanışlar bırakmış bir liderdir. Farklı kaynaklarda etnik kökeni, Arap olarak belirtilmiştir. Battal Gazi, Malatya'da doğmuştur. Doğduğu ve yaşadığı evin yeri halen mevcuttur. Yıkıntı halinde korunmaktadır. Uzun yıllar halka yemek dağıtılan hayrat yeri olarak kullanılmıştır. Evliya Çelebi seyahatnamesinde bahsedilmektedir.

Battal Gazi Destanı'nda ve halk hikâyelerinde, Emeviler zamanında Arap ordusuyla birlikte İstanbul'u kuşattığı anlatılmaktadır. Kuşatma hem denizden hem karadan yapılmış, fakat başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Destanda Battal'ın düşmanı, Arap komutanına oyun oynayıp kuşatma başladığında İstanbul'a geçerek imparatorluğunu ilan eden İmparator Leon'dur. Arap tarihinde II. İstanbul kuşatmasının tarihi 717 – 718 olarak belirtilmektedir. Destanda Battal Gazi'nin kuşatma sırasında yirmili yaşlarında olduğu söylendiği için, Battal Gazi'nin doğum yılının 690–695 civarı olmasının olası olduğu düşünülmektedir. Battal Gazi'nin ölüm yılının 740 olduğunda tarihçiler mutabakata varmışlardır.

740 yılında Eskişehir’in Seyitgazi ilçesi yakınlarında savaşta aldığı yara sebebiyle şehit olmuştur. Anadolu'da İslam’ın yayılmasına büyük katkıları olmuştur.  

 Bizans manastırının yanında bulunan mezarının I. Alâeddin Keykubad’ın annesi tarafından bir rüya sonucu keşfedildiğini nakleden rivayetin önemli bir katkısı bulunmaktadır. Nitekim I. Gıyâseddin Keyhusrev, hanımının arzusu ile buraya bir türbe ve bir de mescid yaptırmıştır. Osmanlılar devrinde burası büyük bir külliye haline getirilmiştir.

 

5- Seyit Sultan Sücaettin Veli

12.yy. sonları 13. yy. başlarında yaşamış olan Seyit Sultan Sücaettin Veli, Horasan erenlerinden olup, 8. İmam Rıza’nın torunudur. Tam olarak adı Ebu’l Beka Baba İlyas Sücaettin Veli’dir. Babai tarikatının şeyhi ve kurucusudur

Seyitgazi İlçe Merkezine 7 km toprak yolla bağlı Arslanbeyli köyündedir. Kare planlı, üzeri kubbe örtülüdür. İmareti ile birlikte 1511 -1517 yıllarında Osmanlılar tarafından yapılmıştır. Külliyede Ali Mürüvvet Paşa Türbesi vardır. İstiklal Harbi sırasında çok tahrip edilmiş, ilk yenileme 1969 yılından itibaren Vakıflar Genel Müdürlüğünce başlanmış ve yapılmıştır.

 

6- HIZIR BEY:  

Eskişehir’de yetişmiş en büyük devlet adamlarından ve ulemadan birisidir. Sivrihisar’da dünyaya gelmiştir. Fatih Sultan Mehmet zamanında yaşamış ve Fatih tarafından İstanbul kadısı ve şehremini olarak görevlendirilmiştir. Hızır Bey, Nasreddin Hoca’nın torunu olan Sivrihisar Kadısı ve Müderris Celaleddin Emin Arif’in oğludur. Devrin en büyük âlimlerinden olan Molla Yegan Hoca’dan ders almış ve Molla Yegan’ın kızını alarak hocasına damat olmuştur. Fatih, İstanbul’u fethettikten sonra Hızır Bey’i Şehremini (Belediye başkanı) ve kadı olarak tayin eder. Rum mimar ile Fatih Sultan Mehmet arasında geçen ve Fatih’in elinin kesilmesine karar verilen dâvâda kararı veren kadı, Hızır Bey’dir. Hızır Bey, kadılık, müderrislik, belediye başkanlığının yanı sıra, aynı zamanda büyük bir şairdir.


ŞEYH ŞAHABEDDİN:

Şeyh Şahabeddin’in türbesi, Bademlik semtine doğru çıkışta yolun hemen sağ tarafında yer alır. Burası aynı zamanda Salı Tekkesi olarak da bilinir. Şeyh Şahabeddin Sühreverdi’nin ölümü 1239’dur. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi’nin yakın dostlarından biridir.

 

 

 





Bir Yorum Yazın
Bu habere yorumlar

Diğer Yazıları

Copyright © 2024