Fütüvvet Ruhu (Müslüman Gençliğin Profili) - Eskişehir Haber

Fütüvvet Ruhu (Müslüman Gençliğin Profili)

Fütüvvet Ruhu (Müslüman Gençliğin Profili)
Yayınlama: 26 Ekim 2009 Pazartesi - 8.697
A+
A-

 

Fütüvvet Teşkilatının Tanımı:

Osmanlı Devleti’nden önceki Müslüman Türk Devletlerinde esnaf teşkilâtına yön veren ve Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde de tesirini devam ettiren iki önemli müessese vardır. Bunlar: Fütüvvet ve Ahî teşkilâtıdır.  

Fütüvvet kurumu, İslâm’ın ilk asırlarında ortaya çıkıp ideal Müslüman tipini belirlemiş sonraları genç kuşakları çeşitli alanlarda yetiştirmeyi hedeflemiş ve İslam gençliğinin mert, yiğit, atılgan, cömert ve becerikli insanlar olmalarını temin etmiş bir kurumdur.

Fütüvvet kurumunun kanunnameleri durumundaki fütüvvetnâmeler incelediğinde, bu kelimenin aslının Arapça olduğu ve "fetâ" kelimesinden türemiş bulunduğu görülür. "Fetâ", "delikanlı, yiğit, eli açık, iyi huylu" anlamındadır. Çoğulu "fityan"dır. (Çağatay, N., "Ahîlik", Ankara, 1974, s.4) Fütüvvetin en büyük vasıfları, cesaret, kahramanlık, cömertlik ve fedakârlıktır. 

Fedakârlık, fütüvvetin önemli bir ayağı olması hasebiyle, bu kurum içerisinde çok geniş bir kuşatıcılık özelliği kazanmıştır. Örneğin, bir ziyafet verileceği zaman mahallenin köpeklerinin bile düşünülmesi, bir karıncanın incitilmemesi gibi sevgi ve merhametin hayvanları da kapsayacak şekilde tüm varlıkları kuşatması çok anlamlıdır. Fütüvvet ruhunda başkalarının hak ve menfaatlerinin kendi hak ve menfaatlerinin önüne alındığı yani başkasının kişinin kendine tercih edildiği nefis putunun kırıldığı hayatın her alanında sünnete uyulduğu görülmektedir. 

Sülemî, fütüvveti Allah'a, Peygamber'e ve insanlara karşı bir davranış şekli kabul eder ve şöyle tanımlar: "... fütüvvet: (Allah'ın) emirlerine uyma, tüm kötülükleri bırakma, gizli ve açık ahlâkın en güzeline uymadır.”  Hatta tüm iyi davranışların toplamına fütüvvet denilmiştir.

Ülgener: "Fütüvvet; el açıklığı, konukseverlik, yerine göre zulüm ve kahır görmüşlere sahip çıkma ve yolda gözünü budaktan esirgememe manasında bir cesaret ve yiğitlik karşılığı olarak kullanılmıştır”. (Ülgener, S., "İslâm, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlâkı", , s.90)

Cafer es-Sadık: “Bize göre fütüvvet, ele geçen bir şeyi tercihen başkalarının istifadesine sunmak, ele geçmeyen bir şey için de şükretmektir  (Kuşeyri, s. 478)

Ebu Bekir el Verrak: “fütüvvet, kişinin hasmının olmaması, yani herkesle iyi geçinmesi ve herkesle barışık olması, sofrasında yemek yiyen müminle kâfir arasında ayırım gözetmemesidir”.  (Kuşeyri, s. 473) Nitekim Mecusiyi misafir etmekten kaçınan Hz. İbrahim’in ilahi uyarıya maruz kalması bilinmektedir.

Hâce Abdullah Herevi: Fütüvvet, başkalarının hatalarını görmezlikten gelmek, kötülük yapana gönül hoşluğu ile iyilik etmek ve Allah’tan başkasına iltifat etmemek şeklinde üç kısma ayırmıştır.

Sofiler, temel ahlaki değerleri ve en önemli faziletleri fütüvvet kelimesine yükleyerek onu tasavvufun temel kavramlarından biri haline getirmişlerdir. (S. Uludağ, Fütüvvet, DİA md. 13/259)

 

Fütüvvetin Tarihi Süreci:

Fütüvvet'in sosyal bir kurum olarak ne zaman ortaya çıktığı kesin bir şekilde bilinmemekte ise de sufîlerin tamamı, fütüvveti, insanlık tarihinin başlangıcına kadar götürür. Fütüvvet'in ilk insanla başladığı ve peygamberlerle devam ede geldiği, bütün fütüvvetnamelerde dile getirilmiştir.  

Fütüvvet'e benzer bir yaşam biçiminin varlığı Hz. Muhammed'in gençlik yıllarına kadar uzanmaktadır. "Cahiliye devri" olarak isimlendirilen dönemde; özellikle ticarî faaliyetlerin merkezi durumunda olan Mekke'de, zayıf ve kimsesiz olanların haksızlığa uğradıkları, mallarının ellerinden alındığı, hattâ böyle kişiler için ırz ve namus emniyetinin bile ortadan kalktığı ve bu durumu düzeltmek için gençlerin teşkilatlandığı bilinmektedir.

Bu maksatla toplanan gençler, gerek Mekkelilerin gerekse dışardan gelenlerin uğradıkları haksızlıklara engel olmak için yemin edip,  Mekke'de ilk sosyal müessese olan faziletlilerin yemini anlamına gelen Hılf'ul-Fudul cemiyetini kurmuşlardır. (Köksal, A., "İslâm Tarihi Mekke Devri", İstanbul, 1981, s.93.)

Genel de fütüvvetten bahseden büyük sofiler hep Horasanlıdır. Fütüvvete büyük önem verenler arasında Fudayl b. İyaz gelir ki, Horasanlıdır. İbn’ül kayyim el Cevziyye fütüvvetten ilk bahseden kişinin Cafer es-Sadık (öl. Hicri 148, Miladi 765) olduğunu söylemiştir.

Tasavvuf büyükleri fütüvvetten sık sık söz etmişlerdir. Örneğin, Cüneyd Bağdadî: "fütüvvet Şam'dadır, lisan Irak'tadır, sıdk ve doğruluk Horasan'dadır.”

Sufiler kendilerine has hümanizm düşüncelerini fütüvvet kavramı çerçevesinde geliştirmişlerdir.

Fütüvvet, Hicretin ikinci yüzyılından itibaren sosyal bir kurum olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim, fütüvvet başlangıçta tasavvufi bir mahiyet taşırken XIII. Yüzyıldan itibaren sosyal, ekonomik ve siyasal yapılanmaya dönüşmüştür. İlk dönemlerde fütüvvet kelimesi tasavvufi bir terim olarak kullanılmıştır. Fütüvvet ve tasavvuf hayatının birlikte yayılması, tasavvufun fütüvvet birliklerine egemen olmasını, dolayısıyla bu birliklerin yayılışını hızlandırmıştır. Fütüvvet birlikleri yayıldıkları alanlarda bazen o derece güçlü olmuşlardır ki, devletin zaafa uğradığı durumlarda etkin güçler haline gelmişlerdir. Fütüvvet kurumunun bazen devletin kontrolüne girdiği de görülmüştür.

"Fütüvvet birliklerinin tamamen yozlaştığı dönemlerde olmuştur. Şaşkın bir halde çöllere düşmüş, haktan sapmış, Batıllara sarılmış, dileklere yapışmış, azgınlık yollarına girmiş, hidayet yollarından ayrılmışlardır. Fitnelerde bulunmak, bid'atlere sarılmak, hileler yapmak, düzenler düzmek için tevillere koyulmuşlardır. Bu hal Hz. Abbas soyundan Nasır Lidinillah dönemine kadar sürmüştür.

Daha sonra devlet, başıbozuk ve kendi başlarına buyruk olan toplulukları kontrol etme şansına sahip olmuş, dağınık fakat güçlü olan bu birlikleri yanına almakla, gücünü artırmıştır.

Halife Nasır, fütüvvet libasını giyerek fütüvvet birliklerini etrafına toplamış, daha sonra bu kurumların daha sağlam hale gelmeleri için önce tasavvuf büyüklerinden olan Şihab'ud-Din Suhreverdi'yi bunların başına geçirmiş ve fütüvvetnâme yazdırmıştır. Böylece tasavvuf düşüncesinin bu birliklere egemen olmasına ortam hazırlamıştır. Kurduğu fütüvvet kurumu şii temayülleri de taşıdığı için şii ve Sünni düşünceyi aynı kurumda toplayarak birliği temin etmiştir.

       

            İslam Dünyasında Hisbe Teşkilatı (İslam Tarihinde Hukuk ve Sosyal Hizmet Müessesesidir)

Hisbe ve ihtisap; saymak, hesap yapmak anlamına gelip, sevabını umarak bir işi yapmak, akıllı ve basiretli bir şekilde yönetmek, çirkin bir işi yapanı kınamak, hesaba çekmek mastarından alınmış bir isimdir. Hisbe "Bir fiilin ecrini sırf Allah'tan talep etmek veya bir fiili sırf Allah rızası için yapmaya” denir. Diğer bir ifadeyle: Hisbe; dinî ve dünyevî, ferdî ve toplumsal bütün şer'î ve örfî hususlarda şer'an güzel görülen şeyleri emretmek ve halkı şer'an kötü görülen şeylerden sakındırmak için kurulan bir müessesedir.

Hisbe müessesesi âyet ve hadislere dayanıp, fiilen tatbikatı Peygamber (sav) Efendimize kadar gitmekle beraber, müessese haline getirilmesi Hz. Ömer (r.a) döneminde olmuştur.

İslâm sosyal hayatında, toplumun nizam ve rahatında mühim yer tutan bu müessesenin gayesi "iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak" idi. Gerçekten bu maksatla kurulan ihtisap müessesesi, İslâm dininin kaidelerine uygun hareket edilmesini sağlardı.

Peygamberimiz (sav) insanlara bir yandan ticarî kanunları ve ahlâkî kaideleri öğretirken diğer yandan da onların uygulanıp uygulanmadığını görmek ve tatbikatında insanlara yardımcı olmak için çarşı ve pazarda denetlemelere çıkıyordu.

İslam Tarihinde "İyilikleri emreden ve kötülükleri yasaklayan" yani "Hisbe"yi yerine getiren kişilere ise "Muhtesip" adı verilmiştir.

            Osmanlı Devleti'nde "hisbe" veya "ihtisap"la vazifelendirilen kişilerin, Osman Gazi döneminde pazarların kontrolü ve vergilerin toplanması gayesiyle tayin edildiği görülmektedir. Teftiş görevini de ifa eden muhtesipler seçkin kişilerden seçilirdi. Yani Müslüman, âlim, hesap işlerini iyi bilen, akıllı, adalet, ve güzel ahlak sahibi güvenilir bir kişiden olması gerekirdi.

            Muhtesipler, “iyiliği emretme, kötülükten sakındırma” prensibi uyarınca genel ahlakı ve kamu düzenini koruma faaliyetleri bünyesinde ölçü, tartı ve tüm aletlerde yapılan hileler, her türlü iktisadi muamelelerdeki aldatmalar, vaktinde ödenmeyen borçlar, komşuluk hakkı ihlalleri, işçi-işveren anlaşmazlıkları gibi olumsuzlukların çözümü, dini hükümlerin uygulanması, sağlık, eğitim, idari ve kanuni tüm yanlışlıklara müdahale edebilme ve böylece iyi ve doğruyu yerleştirme adına geniş bir yetki alanına sahiptiler.  

Ancak muhtesip, herkesi camiye gitmeye zorlamazdı. Sadece teşvik eder. Camilerin bakım ve imarına halkı teşvik eder. Ezanların vakti içerisinde düzenli okunmasına müzaheret ederdi.

Muhtesib olma şartları:

Müslüman, akıllı – baliğ, erkek, âdil, devletçe izinli, güçlü, âlim, İlmiyle âmil, iyi ahlaklı ve işini Allah rızası için yapmaktır.  

İhtisaba kaynak olan ayet ve hadislerin bir kısmı şöyledir:

"Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki, onlar herkesi hayra çağırsınlar, iyiliği (ma'rufu) emretsinler ve kötülüğü (münkeri) nehyetsinler" (Al-i İmrân 104.)

“..İşte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (Araf, 157)

"(Lokman (a.s) dedi ki): Yavrum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçir ve başına gelene sabret. Çünkü bunlar (Allah'ın yapmasını emrettiği) kesin işlerdendir."  ( Lokman: 17.)

"Şüphesiz ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya vermeyi emreder. Fahşâ (edepsizlikten)'dan, münker'den ve bagy (azgınlık)'den meneder..."( Nahl 90.)

"Eğer mü'minlerden iki grup çarpışırsa hemen aralarını düzeltin; eğer onlardan biri tecavüz ediyorsa o vakit tecavüz edenle, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın. Dönerse yine adaletle aralarını düzeltin ve adaletle iş görün..."( Hucurât, 9.)

"Ya ma'rufu emredip münkerden nehy edersiniz ya da Allah sizin basınıza en şerlinizi musallat eder; sonra da ne büyüklerinize saygı gösterilir, ne de küçüklerinize merhamet edilir ve o zaman en hayırlınız dua eder de kabul edilmez, istiğfar edersiniz de mağfiret olunmazsınız ve yardım istersiniz de yardım olunmazsınız." ( Câmiu's-Sağîr, s. 261.)

"Ma'rufu emretmeyen ve münkeri nehyetmeyen bizden değildir." (Tirmizî, Birr, 15; Müsned. 1/257)

Buraya kadar arz edilen gerek âyetler ve gerekse hadisler, şüphesiz hisbe müessesesinin en büyük mesnedini teşkil etmektedir. Zira çoğu ferdî karakterdeki bir vazifeyi işaret etmesine rağmen bu kitap ve sünnet delilleri bilhassa ilk müslümanlar için çok büyük mânâ ifade ediyor ve hisbe müessesesinin sağlam bir mesnedini teşkil ediyordu. Kaldı ki, "Sizden hayra davet eden, ma'rufu emredip münkeri nehyeden bir cemaat bulunsun"  âyeti ise açıkça müslümanlar arasında ayrı ve müstakil bir hisbe teşkilatının olmasını da şart koşmaktadır.        

                                                                                                               aorum_26@hotmail.com






Bir Yorum Yazın
Bu habere yorumlar

Diğer Yazıları

Copyright © 2024