OSMANLI’DA AHİLİK TEŞKİLATI - Eskişehir Haber

OSMANLI’DA AHİLİK TEŞKİLATI

OSMANLI’DA AHİLİK TEŞKİLATI
Yayınlama: 8 Ekim 2009 Perşembe - 18.141
A+
A-

 

Ahîlik:

Anadolu’da ahiliğin kurucusu olarak bilinen İran’ın Hoy Şehrinde doğan Şeyh Nasıruddin Mahmud el Hûyî ki sonraları Ahi Evran ismiyle anılan önemli bir ahi büyüğüdür. Zaviyelerde şeyh-mürid, iş yerlerinde ise usta-kalfa-çırak ilişkilerinin yerleşmesinde hizmeti büyük olmuştur.

Horasan ve Mâverâünnehir’deyken Fahreddin-i Razî, Ahmed Yesevî ve Şihabüddin Sühreverdî gibi büyük âlimlerden ders alan Ahi Evran (1171-1262), daha sonra Anadolu’ya gelerek, Kayseri’de yerleşmiş ve halkı irşat vazifesine başlamıştır. Kayseri’de debbağlık yapıp, elinin emeği ile geçinen Ahi Evran, Türkistan’dan gelen bilhassa esnaf teşekküllerini bir çatı altında toplayıp teşkilatlandırdı. Fütüvvetnamelerden faydalanarak, teşkilatın bir nevi yönetmeliğini yazdı. İslam ahlâkını esas alan bu yönetmeliği, esnaf ve sanatkârlar arasında tatbik etti. Onlar arasında İslam ahlâkına dayalı bir birlik ve kardeşlik kurdu. Böylece “ahilik teşkilatı” ortaya çıktı. Diğer taraftan, hocası Evhadüddin Kirmanî’nin kızı olan hanımı Fatma Bacı da kadınları yetiştirip “Baciyan” grubunu teşkil etti. 

Türk tarihinde özellikle de Osmanlı Devleti'nin kuruluşu ve Osmanlı insan terbiyesinde büyük hizmetler gören ve sosyal bir teşkilat olan ahilik; Arapça "kardeşim" manâsına gelen ahî kelimesinden gelmektedir. Sadece ekonomik bir ihtiyacın ürünü değil, dini ve ahlakî ihtiyaçtan da doğduğu anlaşılmaktadır. Tarihi daha da öncelere örneğin 7 ve 8. yüzyıllara kadar gitmektedir.

Ahilik, ihtiva ettiği hizmetler bakımından cömertlik, mertlik ve mürüvvet manalarına gelen fütüvvet teşkilatının daha da gelişmiş bir şekli olarak görülmektedir. Bu ilkeler arasında bilhassa; Müslüman kardeşinin işini görmek, onun yardımında bulunmak, hata ve kusurlarını affedip, husumet ve düşmanlık beslememek, ayıp ve kusurlarını örtmek, kendisini başkasından üstün görmemek, musibete uğrayan düşman bile olsa sevinmemek, başta gelmektedir. Sonraları ahilik teşkilatı esnaf ve sanatkârlar birliğine unvan olarak verilmiştir.

Kısaca "sulhta muallim, muharebede asker" olan ve Anadolu’nun her tarafına yayılmış bulunan ahiler, gerek Moğol zulmü ve gerekse başka karışıklıklarla sıkılan ve bunalan insanlara, maddî ve manevî güç ve moral vererek Osmanlı Devletinin kuruluşuna kadar Anadolu’yu dinî ve millî birlik içinde tutmaya muvaffak oldular.

Bu sırada Söğüt civarında gelişmekte olan Osmanlı Beyliğinin emrine koşan ahilerin bir kısmı, uç boylara yerleşip zaviyeler kurdular. Doğudan bu mıntıkaya gelen Türkmenlerin erkeklerini, ahi erkekleri, kadınlarını da Fatıma Bacının yetiştirdiği bacıyan grubu terbiye etti. Böylece, üç kıtada altı asır at koşturacak olan, istikbaldeki Osmanlı neslinin temelini attılar.

Bu esnada itibarlı bir ahi olan Şeyh Edebali, Osman Gazi ile yakın münasebetler kurup, kızını ona verdi. Orhan Gazi ve Murad-ı Hüdavendigâr, ahilerden olup, vezirleri Alâeddin ve Çandarlı Kara Halil de ahi idiler. Böylece ahilerden bir kısmı âlim, kadı olarak ilim sahasında, bir kısmı vali ve komutan olarak idarî ve askerî alanda, bir kısmı da ticaret ve sanat alanında hizmet vermeye başladılar.

Ahilerin yönetmeliğine göre, ahinin üç şeyi açık olmalıydı: Eli açık, yani cömert olmalı; kapısı açık, yani misafirperver olmalı; sofrası açık, yani aç geleni tok göndermeli. Üç şeyi de kapalı olmalıydı: Gözü kapalı olmalı, yani kimseye kötü nazarla bakmamalı; kimsenin ayıbını görmemeli; dili bağlı olmalı, yani kimseye kötü söz söylememeli; beli bağlı olmalı, yani kimsenin namusuna ve şerefine göz dikmemeli.

 

Loncalar:

Eskiden belirli bir şehirde oturan sanatkâr ve sanâyicilerin mensup oldukları meslekî teşkilatımız olan Loncaların kökeni, 7 ve 8. yüzyıldan îtibâren faaliyet gösteren fütüvvet ve ahîlik teşkilâtlarına dayanır. Ahîlik kuruluşuna âit töreler, kurallar birçok özellikler loncalarda devam etmiştir.

Loncaların iki ana gâyesi vardır:

1) Lonca mensubu sanatkâr, esnaf arasında sosyal eşitliği ve dayanışmayı sağlar.

2) Meslekî faaliyetlerin uygulanışını düzenleyip denetler.

Loncalar, bugünün Esnaf ve Sanatkârlar Derneğine benzetilebilir. Nitekim Loncalar, ekonomik ve meslekî, kültürel ve sosyal bir çok aktif görev ve faaliyetleri  ifa etmişlerdir.  

Esnaflar, bağlı oldukları lonca heyetinin sıkı bir denetimi altındaydı. Ustaların hammaddelerini nereden, nasıl ve ne evsafta alacakları loncalar tarafından düzenlenmekteydi. Lonca üyeleri arasındaki eşitliği bozmamak temel gayeydi. Tüketiciyi de korumak göz önünde tutulurdu. Ustaların kullandığı bütün âlet ve edevat devamlı denetlenirdi. Üretilen malların fiyatlarının nispetini loncalar denetlerdi. Denetimden geçen mal damgalanır ve pazara sunulurdu. Bozuk mal çıkaran esnaf cezalandırılırdı. “Pabucu dama atıldı.” deyimi buradan kalmadır. Düşük kaliteli mallar da fakirlere dağıtılırdı. Çırakların mesleğe girmeleri, meslekte ilerlemeleri ve yükselmeleri, loncaların koyduğu kaidelere ve âdete bağlıydı.

On yedinci yüzyılda İstanbul’da 1109 Loncaya bağlı, 126.000 üye tespit edilebilmiştir. Osmanlı Devletinin son zamanlarında, sanâyileşme hareketlerinin ve fabrikalaşmanın başlaması neticesinde el sanatları giderek önemini kaybetti. İttihat ve Terakki Fırkasınca 1913 târihinde loncalar kaldırıldı. 





Bir Yorum Yazın
Bu habere yorumlar

Diğer Yazıları

Copyright © 2024