Dini Eğitimin Topluma Etkisi - Eskişehir Haber

Dini Eğitimin Topluma Etkisi

Dini Eğitimin Topluma Etkisi
Yayınlama: 31 Mayıs 2009 Pazar - 9.266
A+
A-

İlmin kaynağı zekâ, davranışların ise iradedir. İrade terbiyesinde muvaffak olmak için küçük yaşta terbiyeye başlanılmalıdır. Çünkü terbiyenin en verimli çağı gençlik devresidir. Kişi üzerinde alışkanlıklar kökleşerek yer edinirse terbiye için yapılan emekler faydasız kalır. Terbiyenin bir rolü düşmüşü kurtarmak ise de diğer bir yolu henüz düşmemişi korumaktır. 

Merhum A. F. Başgil hoca diyor ki: bir çekingeni atılgan, tembeli çalışkan, korkağı cesur, cimriyi cömert yapamazsınınız. Bu hususta tüm terbiye metotları aciz kalır. Nitekim asırlardan beri din, ahlak, ilim mevcut olup insanlara hep iyiyi ve doğruyu anlattıkları halde bu tür insanlar hep devam ede gelmiştir. Çünkü bir insanın huyu maddi varlığının bir hassasıdır. Maddeye bazı şekiller verilse de onun tabiatını değiştirmek mümkün olamaz. Yani bir demir parçasını teknik imkânlarla şekilden şekle sokabilirsiniz ama demiri altın yapamazsınız. Bir hayvanı terbiye ile belirli bir kalıba sokabilirsiniz ama bir kediyi fare sevmekten vazgeçiremezsiniz.

İlim ve terbiye huyları değiştirmez; sadece örter. Terbiye ile değiştirildiği sanılan huylar zamanı ve yeri gelince saklı olduğu yerden çıkıp varlığını derhal ispat eder. Kötü mayalı bir insandaki terbiye ve nezaket ciladan başka bir şey değildir. Hz. Peygamberin de: “Dağların yer değiştirdiğini görürseniz inanınız; ancak insanın huy ve karakter değiştirdiğini görürseniz inanmayınız”[1] anlamındaki hadis-i şerifiyle verilmek istenen de bu olsa gerektir.   

Ancak iyi veya kötü tüm huylarımızın tamamı doğuştan değil, çoğu sonradan kazanılan alışkanlıklardır. Çünkü insan her çeşit huy edinmeye müsait olarak doğar. Terbiye ve ahlakın bu tür sonradan edinilmiş huylar üzerinde tesiri olmasaydı binlerce yıldır beşeriyet bu disiplin ve değerlere sarılmazdı. Aynı şekilde ahlakî güzellikleri tamamlamak için gönderilen Peygamberin gönderilmesi ve yaptığı mücadelenin bir anlamı da olmazdı. Böyle bir görev de abesle iştigal olurdu.

İnsanlarda irsen getirilen huylar, mizaçtan doğan huylar ve sonradan edinilen huylar vardır. İrsî huylar tamamen değiştirilemezse de mizaçtan doğan huylar ve sonradan kazanılmış huyları sıkı bir irade kontrolü ve nefis mücadelesiyle değiştirmek elimizdedir.

Merhum hocamız Nurettin Topçu da dini terbiye hususunda yaptığı tespitinde der ki: Bir fikrin ne olduğu tam bilinmeden onun aşısını yapmak sapıklığa veya felâkete götürür. Bizde fikir ve felsefe âlemi, dini, siyasi otoriteyle baş başa yürüyen alelâde bir inzibat kuvveti olarak kullandılar ve onu her zaman dıştan gelen korku ile yürütülen bir disiplin halinde telakki ettiler. Bu yüzden din terbiyesi sadece bir korku ve baskı terbiyesi oldu. Sonraki zihniyette dini kökten baltalarken fikir ve felsefe âleminde din meselelerine yer vermeyip dini, halkın hurafeler dünyasına fırlattı. O günden beri din, halkın düşüncesine terk edildi. Aşağı ve kültürsüz tabakanın ilkel istekleri ile hayal ve vehimlerinin dünyası olarak kaldı. Aydın kesim ondan uzaklaştı. Dini küçümsedi. Teselli unsuru halinde halka bıraktılar. İlim âlimlerin, din cahillerin dünyası olarak görüldü.

Şurası iyice bilinmelidir ki, din cehaletin değil, ilmin ve hikmetin, felsefenin konusudur. Din terbiyesi halkın ve cahillerin işi değildir. Halkı soymak için dinin dalkavukluğunu yapan cahil zümre, behemehal bu alanı terk etmelidir.

Dini eksersizleri meslek zaruretiyle yapan insanlar, ekseriya bu ibadet hareketlerinin şekline, maddesine sahip oluyor, onun ruhunu kaybediyorlar. Bu durum, doğrudan doğruya işlenen içki ve kumar müptelalığını, cinayet gibi halleri önleyebilir. Ancak araya vasıtalar ve örtüler koyarak işlenebilen ahlaki rezaletlerin hiç birisine mani olamaz. Ruhları yükseltici bir kuvvet ve Allah’a götürücü bir irade olmaktan uzak kalır.  

Din terbiyesi şahsiyet terbiyesidir. Çok bilgi, hikâyeler ve öğütler insanı dindar yapamaz. O, damarlara yapılan aşı halinde bir aşk terbiyesi ile verilir. Dindar çok seven ve sevgiden örülen bir şahsiyetin sahibidir. Dindarlık, ilmi, sanatı, ahlakı ve insanlığı severek Allah’a ulaşmaya kabiliyetli bir ruh örgüsüdür. Dindar için din düşmanı yoktur. Sadece lütuftan mahrum gafil ve zavallılar vardır.[2]

Asrımızda bilim her şey için yeterlidir, dini terbiyeye ihtiyaç kalmamıştır diyenler ise şunu iyi bilmeliler ki; bilgi ile davranış arasında zorunlu bir ilişki olsaydı, her öğrenim gören kimsenin kendine ve toplumuna yararlı bir insan olması gerekirdi. Alkolün zararını iyi bilenlerin hiç birinin alkol kullanmaması, dedikodunun haram olduğunu iyi bilenlerin dedi kodu yapmaması gerekirdi. O halde öğretim tek başına yeterli olmamaktadır.

Fert için olduğu gibi toplum hayatı için de ilim hiçbir değer hükmü vermez. Yani insanların sulh ve barış içinde yaşaması ile insanların vahşice birbirleriyle aç kurtlar gibi boğazlaşması, ilmin nazarında tamamıyla eşit ve aynı şeydir. Göklerden ateş yağdıran bomba uçakları yalnız suçluları değil; emzikli anaları, kundaktaki bebekleri de yakmaktadır. Bir canı kurtarmak için can veren bilim adamı, bir hamlede binlerce canı yok etmek için de icat ettiği çeşitli silahlar ve zehirli gazlar yolunda can vermektedir. Bir şeyin zararlı veya faydalı olduğunu bilmek mutlaka ondan kaçındırmaz veya o şeye kavuşturmaz. Alkol gibi sıhhatimiz için zararlı pek çok şeyi biliriz ama bilmemiz kullanmamıza engel olamaz.

Kınalızâde Ali Efendi’nin de dediği gibi, insanın olgunluğu bilgi ve ahlaki davranışına bağlıdır. İlgisini öğretimle yükseltirken, davranışlarını da, hayır ve saadet yolunda eğitimle geliştirmesini bilmelidir. Böylece marifet ve fazilete birlikte yönelmelidir ki muvaffak ve mesut olabilsin.



[1] - ibn Hambel, Müsned, VI. S. 443

[2] - (N. Topçu, İslam ve İnsan, s. 78)   

 





Bir Yorum Yazın
Bu habere yorumlar

Diğer Yazıları

Copyright © 2024