ANADOLUNUN MANEVİ FATİHLERİ (Yunus Emre) - Eskişehir Haber

ANADOLUNUN MANEVİ FATİHLERİ (Yunus Emre)

ANADOLUNUN MANEVİ FATİHLERİ (Yunus Emre)
Yayınlama: 19 Mart 2009 Perşembe - 11.153
A+
A-

Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması için hizmet veren kutlu kafilenin başında; Hoca Ahmet Yesevi, Mevlana, Yunus Emre, Sadreddin Konevi, Hacı Bayram-ı Veli, Akşemseddin gibi mutasavvıf âlimler vardır. Bu kafilede özellikle Mevlana ve Yunus Emre’nin çok farklı bir yeri vardır. Bugün hümanizm adına konuşanlar bile Mevlana ve Yunus’un insan sevgisini daima örnek olarak öne çıkarmaktadırlar.

Ahmet Yesevi ocağında yetişen bilginler ve sufiler, Haçlı ve Moğol saldırılarının açtığı derin yaraları saran birer gönül erleri olarak Anadolu’nun dört bir yanına dağılarak insanlara yeni bir umut kapısı aralamışlardır. Bunlar, bir taraftan, elinin emeği ile geçinmeyi, hiç kimseye el açmamayı, toprağa, vatana, devlete ve dine bağlı, prensipli, disiplinli örnek insanlığı anlatırken, diğer taraftan toplumu anarşiden kurtarmak için birleşmenin gereğini anlatmışlardır. Başıboşluğun bir toplumu yok edeceğini, bunun için de Osman Bey’in etrafında toplanarak, tek vücut olmanın önemini anlatmışlardır. Böylece halkın yıkılan maneviyatını yükselterek birlik ve beraberliğin sağlanmasında, dayanışma ve direnme gücünün artmasında çok önemli rol oynamışlardır. 

Bu gönül erlerinin her birisine çok şey borçluyuz. Vatanımız kutsiyetini ve dünya tarihindeki eşsiz yerini bu toprakların bağrında yatan mana erlerinden almaktadır. Nitekim merhum Nurettin Topçu’nun da ifade ettiği gibi: “Büyük mezarların üstünde büyük vatanlar vardır. Büyük ölüleri olmayan milletler ebedî olamazlar. Onlarsız yeryüzünde yetim yaşarız. Yaşadığımız bu yeryüzünde toprağın ruhu yoksa bizde de hayat olamaz. Gerçek büyüklerimizin mezarında ebedîlik bayrağı dalgalanmaktadır. Bizi yaşatan ve ebedîliğe götürenlerin başında işte böyle nice manevi liderleri görüyoruz.” (N. Topçu, İslam ve İnsan)

Özellikle bizim topraklarımızda yaşamış olan yunus Emre’nin bizdeki yeri daha bir başkadır.  Yunus Emre’nin (miladî, 1238 -1320) yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. Anadolu da Türkçe şiirin öncüsü olan bir şair ve mutasavvıftır. Yaşamına ilişkin belgeler sınırlıdır. Medrese eğitimi gördüğü, Arapça ve Farsça bildiği, tasavvuf ve tarih bilgisinin de çok iyi olduğu anlaşılıyor. Vahdet-i vücut (varlık birliği) öğretisine ulaşan bir tasavvuf yorumunu benimsemiştir.

Yûnus Emre, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm ile bütün yakınlarının, dört halîfenin, hazret-i Peygamberin soyundan gelenlerin, bütün İslâm âlimlerinin ezelî âşığıdır. Hiçbir bâtıl cereyana kapılmadığı gibi, onlar karşısında ahlâkî nizâmı, din sevgisini ve gerçek tasavvufu koruyan kültür ve sanat abidesidir. İhlâs ile, her şeyi Allah rızâsı için yapmayı her zaman söylemiştir. Yûnus Emre için "Dervişlik", herkese faydalı olmak ülküsüdür.

Mevlana Celaleddin Rumi; yaşama sevinci, dünya görüşü ve hayat felsefesi ile dünyaya ışık saçarken; Nasreddin Hocamız, Türk Milleti'nin hazır cevaplılığını nükteleriyle dile getirmiş; Yunus Emre ise insan ve insanlık sevgisiyle adeta Ortaçağ karanlığındaki Avrupa' ya "medeniyet dersleri" vermiştir.

Yunus, bir Hıristiyan mistiği değil, bir İslam sufisidir. Ona ait kavramları da sırf bir benzerlikten yola çıkarak Batılı bir perspektiften değil, tasavvufi açıdan açıklamak gerekir. Meseleye böyle bakıldığında ise, Hümanizmle Yunus’taki tasavvufi perspektifli sevgi felsefesi arasında çok önemli farklılıklar olduğu görülecektir.

Hümanizm, beşeri kaynaklıdır. Orada insan Yüce Yaratıcı’dan kopuk olarak ele alınarak sevilip yüceltilir. Yani Allah fikri, oldukça bilinçli bir şekilde dışarıda bırakılır ve insan kâinatın merkezine oturtulur.

Hümanizm, sadece akla dayalı olarak hareket eden felsefecilerin, sosyologların, psikologların insanı tüm boyutuyla ele alamadıkları bir anlayıştır. Bilhassa Dante tarifli Hümanizmde insanlar Hıristiyan olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrılır. Dolayısıyla insan tanımına sadece Hıristiyanlar girer. Hıristiyan olmayanlara, sevgi ve hoşgörüyle bakılmaz. Hıristiyanlar, efendi diğerleri köle kabul edilir. Yani insanı sevmede bir koşul vardır. Hümanist insanı değil kendince tanımladığı insanı sever. Atla ilhan’ın da dediği gibi: “Onların evrensel kültür dedikleri, bir kaç yüzyıldır Yahudi/Hıristiyan tabanlı Batılı emperyalizmin dünyaya evrensel diye cebren ve hile ile Kabul ettirmeye uğraştıkları Yunan/Latin kökenli Batı kültürüdür.” (Attila İlhan, Ulusal Kültür Savaşı)

Tasavvufta ise ilahi kaynaklı bir insan sevgisi vardır.  Allah, esas ve asıl olan hakikattir. İnsana Kuran’daki “eşref-i mahlûkat” anlayışı çerçevesinde bakılır. Hiçbir sınıf, ırk, din, dil, statü ayırımı yapılmaz. Bütün insanlar Allah’ın bir yansıması oldukları için değerlidir. Yani insanlık, kendi içinde Allah’tan bağımsız bir yücelik taşıyor değildir. Tasavvuf, var olan ilahi bilginin ve gerçekliğin Kuran ve Sünnete göre yorumlandığı bir düşünce tarzıdır.  (Mustafa Özçelik, Bizim Yunus; A. Turan Alkan, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, sy. 46, aralık 2003)

        

Elif okuduk ötürü; pazar eyledik götürü. 
Yaratılanı hoş gördük, yaradandan ötürü..

 

Bir kez gönül yıktın ise; bu kıldığın namaz değil.
Yetmiş iki millet dahi, elin, yüzün yumaz değil..

 

Adımız miskindir bizim; düşmanımız kindir bizim.         
Biz kimseye kin tutmayız, kamu âlem birdir bize..

Bu dizelerde de görüldüğü gibi İslam tasavvufu, tüm insanlığa aynı gözle bakma sanatıdır. 

                                                                                                  info@aliosmanorum.com





Bir Yorum Yazın
Bu habere yorumlar

Diğer Yazıları

Copyright © 2024