İSLAM’DA İNSANIN TANIMI
Hz. Peygamberin veda hutbesinde de buyurduğu üzere: ‘Ey İnsanlar şüphesiz Rabbiniz birdir, hepiniz Âdem’densiniz, Âdem ise topraktandır, Allah katında en üstününüz, Allah'a karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Hiç bir Arab’ın Arap olmayan üzerinde takva (Allah'a bağlılık ve günahtan sakınmak) dışında bir üstünlüğü yoktur..’ (Tecrid-i Sarih, Terc. X, 396)
İslâm dini insanın madde ve ruh ile bir bütün olduğuna vurgu yapar. Dinin koyduğu tüm kurallar insanın her iki yönünü de dikkate almaktadır. Çünkü insan, beden ve ruhuyla bir bütündür. Nitekim müslümanlık da, din kisvesine bürünmüş insanlıktır. Müslümanlık, insanlık dediğimiz bütünün bir parçasıdır. İslam, tüm insanlığı kucaklayan evrensel bir mesajdır. Bir gün cenaze geçerken peygamberimiz hemen ayağa kalktı. Daha sonra oradakiler: ‘O, bir yahudi idi.’ dediler. Peygamberimiz ‘O, insan değil mi?’ (Buhari, “Cenaiz” 50) diyerek bakış açısını müslümandan ziyade müslümanı da içine alan insana çevirdi.
İslâm’da insan, kâinattaki en değerli varlıktır. İnsanlardan Allah’a en yakın olanlar ise, O’na en yakın olanlardır. Allah, insana o denli ehemmiyet vermiştir ki bütün canlılar arasında kendine, yalnızca onu doğrudan muhatap kılmıştır. İnsan, akıl ve irade sahibi bir varlık olarak donatılarak Allah’ın hitabına muhatap olması sebebiyle meleklerden de üstündür. Nitekim atamız Adem (a.s.) bilme yeteneği ve eşyayı isimlendirme gücüyle meleklere olan üstünlüğünü ispat etmiştir. Yani, Adem (a.s.)i melekler karşısında üstün yapan özelliğinin, ibadeti değil; bilgisi olduğu anlaşılmıştır. Eğer üstünlük sadece ibadetle olsaydı, melekler daha üstün olurdu.
İnsanın yaratılmışların en değerlisi olması (isra, 70); onun yaratıcısının kudret elinden madde ve mana yönüyle en güzel şekilde (ahsen-i takvim olarak) çıkmış olmasıdır. “Ahsen-i takvim” ifadesi; maddi ve manevi her türlü güzelliği ifade eder. Burada biçimden maksat sadece insanın fiziği değil; bununla birlikte onun taşıdığı çok yönlü nitelikleri ve manevi boyutudur. O, Allah’ın gözde varlığıdır.
İnsan, biri geçici, diğeri kalıcı olan iki hayat için yaratılmıştır. Yani insanın biri melekî (manevi) diğeri hayvanî (maddi) olan iki yönü vardır. İdeal olan; iki hayat arasındaki dengeyi kurabilmektir. Çünkü, Dünya ve Ahiret; biri diğerini tamamlayan pozitif ve negatif unsurlardır. Hz. Peygamber de: “Dünyası için ahiretini; ahireti için dünyasını terk eden hayırlınız değildir.“ (Münavi, Feyzul-Kadir, 5/364) buyururlar.
Mevlâna: "Biri aklın ışığında düşünen, diğeri aşkın kanadında uçan; iki insan vardır. Aklın ışığında düşünen insan, hırs ve nefsinin esiri" durumundadır, derken, her iki kanada da insanın ihtiyacı olduğuna işaretle özellikle, insanın aşkın boyutuna ayrı bir önem atfettiğini ihsas eder.
Pakistanlı mütefekkir Brohi'nin ifade ettiği gibi: "Soyut manada bakıldığında insan; hem madde, hem de ruh'tur. Ama bunların hangisinde kökleşeceği kendisine bağlıdır. İşte insanın asıl hürriyetini bulacağı nokta burasıdır."
İşte Kur’ân’ın mesajı: ‘Biz insanı en güzel surette yarattık. Sonra aşağıların aşağısına ittik…’ (Tin, 4-5) Görüldüğü gibi, İnsan Yaratıkların en şereflisidir. Ancak yüklendiği emanetin ağırlığını vicdanında hissetmediğinde, onların en sefili olmaya da adaydır.
Hz. Ali (K.V.)nin "İnsan, cismiyle değil, ruhuyla insandır" sözüne; F.Attar'da: "Ruh bedende gizlidir, sen de ruh'ta gizlisin" sözüyle, 'insanın gerçek derinliğine' dikkat çeker.
Ferid Kam ise; İnsan, ruh denilen ilâhî sır'dan ibarettir. Ruh sade (üzerinde hiç bir şey yazılmamış) bir levha gibidir. Bedenimize girdikten sonra maddî şekiller, duyular yoluyla nakış nakış işlenir. diyor.
Ömrümüzü içerisinde geçirdiğimiz bu hayatın, ebedî bir mevki kazanalım için bize verildiğini, gelecekte ya mükafaat ya da ceza ile karşılaşmaktan başka hiç bir ihtimalin bulunmadığına dikkatlerimizi çeken Malebranche (öl. 1715) şunu sormaktan kendisini alamıyor: "Gerçekten biz ebedî olarak var olacaksak, gerçekten şimdi ruhumuz bedenimizde bir tecrübe devresi geçiriyorsa, ve bir gün gelecek; Allah, herkese yaptıklarının karşılığını verecekse, bu, bizim için çok önemli olmalıdır."
Her ne kadar, "İnsan, konuşan bir hayvan"dır, gibi sadece onun maddî boyutu ele alınarak yapılan tarifler öne çıkarılıyorsa da, bu hiçbir zaman insanın gerçek tanımını gösteremiyor. Fakat 'İslam Dini' insanın gerçek boyutunu keşfederek diyor ki: "İnsan; Allah'ın halifesi olarak yaratılmış, kainat tümüyle kendisine verilmiş ve Allah'a kul olmak vazifesi ile memur edilmiş, tüm varlıkların en üstünüdür." (Bakara, 2 / 30; lokman, 20; Hıcr, 99; Tin, 95 / 4)
Hatta mutasavvıflar insanı çok daha yüce amaç ve boyutlara taşıyarak ele almıştır. Kur’an’da belirtildiği gibi: Allah’ın kendi ruhundan üflediği.. (Hicr, 15 / 29; Sâd, 38 / 72) yine bir hadis-i kutsî de ifade edildiği gibi: "İnsan, benim sırrım, ben de insanın sırrıyım" şeklindeki ilâhî ifadelerin beyanına göre insan: Kendi varlığında İlâhi mevcudiyetin delilini taşımaktadır. O, görünmeyen varlığın, görülebilir sembolüdür. O, İlâhi sanatın mukaddes bir eseridir. O, her şeye kâdir olan ilâhi varlığın harikulâde bir alametidir. O, evrensel rahmetin mükemmel bir görüntüsüdür.
"Kâbe, Azer oğlu İbrahim (a.s)'in yapıtı, insan ise Aziz ve Celil olan Allah'ın, mükemmel olan bir yapıtıdır." ifadesi de yine insanın konumunu belirliyor.
Muhiddin Arabi'de: "Ben ilâhi sifatları taşıması sebebi ile, âlem'de insandan daha aziz ve daha şerefli başka bir varlık tanımıyorum" diyor.
“Sen kendini küçük bir varlık sanırsın oysa sende en büyük âlem dürülmüştür.” (Hz. Ali)
Bu yüce kitap kendisini, bütün insanlığa gönderilmiş hidayet kaynağı, aydınlatıcı bir nur ve şifa kaynağı olarak sunar. Onun gayesi, Allah-İnsan-Alem ilişkisi içinde insana oluş sırrını kavratmak, hak ve sorumluluklarını bildirmek, insana kendisini tanıtmak, onu layık olduğu yere çıkarmak ve orada tutmaktır.
İnsan bir yolcudur. Yolcunun klavuzu Allah rasulüdür. Haritası kur'an, pusulası akıl, sermayesi iman, azığı amel, yakıtı sevgi, karakteri ahlak, aksesuarı edep, sıfatı merhamet, adı şeref ve izzet, modeli müebbet, parolası sabır ve sebat olmalıdır.